Bence herkesin hayatı boyunca görmesi gereken şehirler vardır. New York,
Paris gibi…. Benimde her zaman New York hayalim vardı. Eşime hep New York'a
daha doğrusu Amerika’ya bir tatil için gitmekten bahsederdim gerçi o pek oralı
değildi ama sonunda abiminde Amerika’da master yapması bahane oldu ve biz de bu
vesileyle gidebildik.
Hava kaldığımız 1 hafta boyunca mükemmeldi dolayısıyla New York tatil
planları yapanlara Ağustos ayını kesinlikle öneririm.
New York'ta gezilmesi gereken yerler o kadar çok ki, yaz yaz bitmez nasıl
İstanbul'u bitiremezsek, New York'ta bitmez. Ama benim 5 günde gezdiklerim New
York'a gideceklere ufak bir rehber olabilir. En azından mutlaka görülmesi
gereken yerlerin bir listesi bu listeye bakıp çıkarılabilir.
Biz New York'a Boston'dan otobüsle geçtik. New York'a Boston'dan giden
Fung Wah Bus, Greyhound gibi değişik otobüs firmaları mevcut. Fung Wah Bus
Çinlilere ait bir firmaymış çok tavsiye etmediler bize ama artık tercih size
kalmış. Biz daha önce iyi olduğunu duyduğumuz Mega Bus firmasını tercih ettik. Mega
Bus Boston'da South
Station 'dan kalkıyor. Yalnız biletinizi daha önce online alıp yanında
çıktısını da götürmeniz gerekiyor. Bilet fiyatları da oldukça uygun önceden
alırsanız 10 USD'ye bile bilet bulabilirsiniz. Biz günü öldürmeyelim diye sabah
6'da kalkan otobüse bindik ve yaklaşık olarak 4,5-5 saatlik bir otobüs
yolculuğu sonrasında Manhattan'daydık. Otobüs yolcuğu oldukça konforluydu
otobüs şoförümüz bir kadındı. Türkiye'de otobüs şoförünün kadın olduğunu görmek
resmen hayal… Otobüste WC, free wifi ve her koltukta prizde mevcuttu.
Dolayısıyla değmeyin keyfimize. Şarjımız acaba biter mi korkusu olmadan
dilediğimiz gibi internette dolanarak keyifli ve manzaralı bir yolculuk
sonrasında New York'a geldik. New York'u siluet olarak gördüğümüzde ister
istemez çok büyük bir heyecan kapladı sonunda hayallerimin şehrine
gelmiştik :)
Mega Bus bir anda Manhattan'in göbeği sayılabilecek bir yerde yani 7th Ave & 28th St. kesişiminde sizi
bırakıyor. Biz ordan hemen taksiye atlayıp otele gittik. Ama taksi şoförü
feciydi resmen oteli ben tarif ettim. Ben yurtdışına gitmeden önce genelde
gideceğim her yere google mapten bakarım ve neyin nerede olduğunu aklıma
kazırım yani gitmeden önce o şehrin haritasını kafama yerleştirmiş olurum.
Taksi şoförü inat etti orda öyle bir otel yok ben çok iyi biliyorum diye ama
ben artık adama burdan sağa buradan sola diye diye otele götürdüm. Geldiğimizde
ee hani burda otel yoktu dedim valla yoktu demek yeni açılmış diyordu bana..
New
York’ta Kalınacak Yer- Hotel Z:
New York'a gitmeden önce kalacağımız hotel
araştırmasına çok vakit harcadım. Bir türlü otel ayarlayamıyordum. Tatil
planlarını, kalınacak, gezilecek-görülecek yerleri, ziyaret edilecek restoranlar
ve müzeleri hep ben ayarlarım. Otel konusunda ise bir türlü karar veremiyordum.
Ayırdığım bütçeye temiz, konforlu ve merkezi bir otel istiyordum.. Ancak Times
Square'de ayırdığım bütçedeki otellerin odaları, gerek www.booking.com dan baktığım yorumlardan
gerekse de fotoğraflardan oldukça bakımsız gözüküyordu. Yani tamam sırf uyumak
için otele gidecektik ama otelin ve odanın da içimize sinmesi gerekiyordu. Booking’te
araştırma yaparken tesadüfen Hotel Z 'yi
keşfettim ve iyi ki keşfetmişim. 5 gece için 2 kişi toplam 500 USD civarında
bir rakam ödedik ve bu New York gibi bir şehir için gerçekten de inanılmaz bir
fiyattı. İşin güzel tarafı, otel biz gitmeden bir kaç ay önce açılmıştı onun
için tanıtım amaçlı promosyonel fiyat koymuşlardı. Bu fiyata yurtdışında
bulamayacağımız açık büfe kahvaltı ve downtown'a (Lexington Avenue) ücretsiz
serviste (shuttle hizmeti de) içindeydi. Kahvaltı açık büfeydi ve her gün
kahvaltı salonunda taptaze poğaçaların kokusu yükseliyordu. Otelin en güzel
yanını ise en sona bıraktım. Odaya adım atar atmaz manzarayı görünce dilimiz
tutuldu. Oda boydan boya cam kaplıydı ve odamız Quennsboro Bridge ve Manhattan
manzaralıydı. Manhattan ve Quennsboro Bridge'ten süzülen ışıklara ve
gökdelenlere bakıp uyumak kesinlikle paha biçilemezdi. Otelin fotoğraflarına
baktığınızda ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Hem dünyanın en
önemli şehirlerinden birinde, hem yepyeni tertemiz son model dekore edilmiş bir
odada süper bir manzaraya karşı makul bir fiyata kalmak gerçekten de
muhteşemdi. Eşimde oteli görünce çok şaşırdı ve yapmış olduğum tercihten dolayı
tebrik etti. Otel personeli de oldukça ilgili ve yardımseverdi. Otelde bedava
internet, downtown a ücretsiz servisi olması da bizim için bir bonustu. Odamız
Birleşmiş Milletler binasının karşı tarafına denk geliyordu ve aynı zamanda Chrysler Binası manzaralıydı.
Odamızdan manzara:
Bir gün otelin servis saatini kaçırdık otelden bizim
için taksi çağırmamızı rica ettik karşımızda sarı renk klasik New York taksisi
beklerken çok havalı şoförlü bir Lincoln geldi. Bizimde
başka çaremiz olmadığından dolayı Lincoln'e
bindik, şoför şansımıza çok sempatik bir adamdı ve New York
trafiğinde baya sohbet etme imkânı bulduk. Bende eşime artık Lincoln biz
inerken bir sürü taksi parası ister diye gülüşüyordum. Neyse işte ineceğimiz
yere geldik hesabı sordum ve nothing deyince şaşırdım nasıl yani dedim. O da
otel müşterisi olduğunuz için size bedava deyince oldukça şaşırdım. Otelin bir
güzel yönünü de böylece öğrenmiş olduk biz de bahşiş verip taksiden indik,
bizim için bu da güzel bir deneyimdi.
Oteli bu kadar övmüş olmamın sebebi kesinlikle hak ediyor olması ama
halen bu özellikleri var mı, bu hizmetleri sağlıyorlar mı bilmiyorum.
Şayet bu yazımı okuduktan sonra bu otelde kalmayı düşünüyorsanız otelle
irtibata geçmekte fayda var. Ha bu arada otelin en üst katı açık hava terası
şeklinde dizayn edilmiş ve terasta bar var. Manhattan manzarası eşliğinde
terasta bir şeyler yudumlamakta süperdi. Eminim İstanbul'da böyle bir manzaralı
bara gitsek bir sürü paramız giderdi.
Ama siz yine de yazdıklarıma aldanmayın belki koşulları değişmiş olur, sonra kötü
sürprizle karşılaşmayın. Koşullarını mutlaka teyit edin rezervasyon
yaptırırken. Hadi size bir güzellik daha yapayım şayet bu otelde kalmaya karar
verirseniz blogum vasıtasıyla onlara ulaştığınızı söylerseniz kendileri %10
indirim yapacak. Bir sorun olursa bana ulaşın ;) reservations@zhotelny.com
atacağınız maille bu indirimi talep edebilirsiniz.
1.GÜN:
United
Nations- Chrysler Building – Grand Central Terminal:
Otele eşyalarımızı yerleştir yerleştirmez otelin servisiyle 10 dakikada merkeze
indik ve şehri hemen keşfetmeye başladık. Uzaktan yakına olacak şekilde kendime
bir rota çizdim öncelikle United Nations, Chrysler Building ve filmlere hep
konu olan Grand Central Terminal (tren istasyonu) na gidip fotoğraf çektik.
Birleşmiş Milletlerden merkeze doğru yürürken ki sokaklar çok bakımsızdı hatta
eşim burada ne işimiz var, bana New York çokta cazip gelmedi, filmlerde
gördüğümüzün aynısı diyordu :DD Daha sonra 5th Avenue'ye gelince tabi ki hemen
vazgeçti bu fikrinden. 5th Avenue tüm ünlü markaları ve mağazaları
görebileceğiniz dehşet ötesi bir cadde :) Alışveriş yapmak için gelenler eminim
buradan çıkamayacaklardır.
Moma
Museum:
Ondan sonra haritadan çokta uzak olmadığımızı
farkettiğim Moma Museum 'a
gittik ama ben modern sanatla çok ilgili olmadığım için beni bu müzenin çokta
sardığını söyleyemem. Ama modern sanatla ilgili olanlar eminim bu müzeye
bayılacaklardır. Cadde de yürürken tesadüfen soyadımın olduğu binaya yani
BlackRock Plaza'ya denk geldim ve tabi ki fotoğraf çekmeyi de ihmal etmedim :D
Rockefeller
Center- Magnolia Bakery:
Bu kadar dolandıktan sonra tatlı bir şeyler atıştırmak için istikametimiz
Sex&City dizisinden de tanıdığımız efsane Rockefeller Center'ın altında yer
alan Magnolia Bakery oldu.
Burada baya sıra bekledikten sonra nihayet leziz muzlu pudinglerimize ve
cupcakelerimize kavuşmanın mutluluğuyla Rockefeller Center'da alandaki dinlenip
tatlılara yumulduk buraya gelip sakın Magnolia Bakery’e uğramadan dönmeyin. Noel zamanı buraya dünyanın en büyük noel
ağacı kuruluyor ve buz pistinde kayıyorlar. Etrafı çevrili bayrakların
bulunduğu yerden de bayrağınızı bulup fotoğraf çekilmeden dönmeyin sakın :)
Bryant
Park:
Rockefeller Center'da ki dinlenmemizden sonra New
York'ta en beğendiğim yerlerden birisi olan yine filmlerden aşina olduğumuz
Bryant Park'a geldik buraya kaldığımız 5 gün boyunca her gün gelip köşesindeki
Starbucks'tan kahvelerimizi alıp, parkta kahvelerimizi yudumlayarak dinlendik.
Burası gökdelenlerin arasında bir adeta nefes alma yeri. Parkın hemen önünde de
yine filmlerden tanıdık New York Halk Kütüphanesi yani New York Public Library
bulunuyor. Herkes eline kahvesini almış parktaki sandalyelere kurulup dinleniyordu.
Times
Square:
Bryant Park'tan sonraki hedef tabi ki çok merak
ettiğim Times Square'e gelmişti. Burası şimdiye kadar gördüğüm en güzel
meydanlardan birisi. Times Square'in etrafında billboardlar ve reklamlar
sürekli dönüyor ve gece bile sanki gündüzmüş gibi apaydınlık. Burasıda New
York'ta olduğum süre zarfında her gün geldiğimiz, geleni geçeni izlediğimiz hot
spotlardan birisi oldu. Merdivenlerde otururken sağ taraftaki Kodak'ta fotoğraf
çekilip, billboardlarda kendinizi görmenizde mümkün. Yine Times Square'i canlı
gösteren billboarda da çıkabilirsiniz burası gerçekten de eğlenceli bir yer.
Vocapeople-
Off Broadway Show:
New
York'a gitmeden önce Broadway showlarını incelemiştim ve orada olduğumuz
tarihte Vocapeople'ın orada olduğunu öğrenmiştim. Gerçi Vocapeople Off Broadway
Show olarak nitelendiriliyor ama olsun J Henüz Amerika'ya gitmeden önce, ilk gece için www.telecharge.com 'dan Vocapeople
için biletlerimizi satın almıştım. Vocapeople hakkında kısa bir bilgi için bu
videoya gözatabilirsiniz ;) http://www.youtube.com/watch?v=N6EYrqIn0yI
Vocapeople biz gittiğimiz tarihte Westside Theatre (407
West 43rd Street) 'te gösterimdeydi.
New York'ta adreslerin mantığını kavrayınca her yeri
bulmak çok kolay. Manhattan'de şehir planlaması çok güzel bir şekilde yapılmış
bir sokak veya caddeden, sokak veya caddenin sonuna doğru baktığınızda
gökdelenlerin hepsi birbiri ardına dizilmiş, gözünüzü bozan hiçbir şey yok
Streetler yani sokaklar Güney'den Kuzey'e doğru büyüyor 1-2-3th street gibi,
caddeler avenue lar ise doğudan batıya doğru büyüyor, bu durumda Manhattan'de
kaybolmak bir adresi bulamamanız için baya uğraş vermeniz gerekecek.
Biz aradaki mesafeyi tam olarak kestiremediğimiz
için gösterim başlamadan biraz önce tiyatroya gittik ve kasada biletimizi
teslim aldık ve koltuğumuza kurulduk. Biz 2. sırada oturuyorduk. Oturur oturmaz
Vocapeople'dan birisi daha kimse yokken yanımıza geldi ve bize bir çanta
bıraktı gösteri sırasında geri alacağını belirtti. Vocapeople herhangi bir
enstrüman, ses efekti kullanmadan sadece insan sesiyle bir çok şarkıyı
yorumlayıp harikalar yaratmaktadır. Söyleyen kişiler beyaz kostümlü olup, beyaz
yüzleri bulunmaktadır. Gösteri başladıktan sonra kısa bir süre sonra bana
verdikleri çantadaki cep telefonu çalmaya başladı tabi insanlar benimde oyunun
bir parçası olduğunu bilmedikleri için bana bakmaya başladılar. Vocapeople'da
bana kızıyor gibi yapıp çantayı kapıp sahneye gitti ve çantanın içindekileri
bir bir döküp, cüzdanı karıştırmaya başladı. Tabi bu esnada komik şeyler
söylüyorlar, insanlarda çantanın benim olduğunu sandıkları için gülmeye
başlamışlardı. Oyun interaktif olarak geçiyor bir keresinde beni, bir keresinde
de eşimi sahneye aldılar, Biz bu gösteriden oldukça keyif aldık.

Gösteri bittikten sonra tekrar Times Square'e gittik
ve gece yarısına kadar merdivenlerde oturup vakit geçirdik. Orada bulduğumuz
bir lokantadan yiyecek bir şeyler alıp takılmaya devam ettik. Daha sonra otelin
servisinin en son ki saatine kadar caddelerde dolandık, her yer tıklım
tıklımdı.
Bu da odamızdan gece manzarası:
Beni New York'ta ilk gördüğümde şaşırtan şey caddelerinin bakımsızlığı, pek çok
evsiz insan, sokakta taklit ürünlerin satılması ve her köşe başında seyyar
arabalardan ayaküstü atıştırmalık için yiyeceklerin satılması olmuştu. Örn:
Halal Food. Almanya'ya gidenler bilirler orada evsiz görmek çok nadirdir,
sokaklarda taklit ürün satılmaz, seyyar satıcıda yoktur ve sokakları
bakımlıdır. O bakımdan New York'u ilk başta garipsemiştim.
2.GÜN:
Central
Park – Fayton Gezisi:
İkinci gün güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra otelin
servisiyle yine 5-10 dakikada şehre geldik. Bu sefer ilk durak Central Park'tı.
Burası Dünyanın en büyük parkı ve kesinlikle muhteşem bir yer. Hem Manhattan’ın
göbeğinde, hem de böylesine bakir bir yer. Bizde olsa çoktan ağaçları kesip,
imara açıp, gökdelen dikmiş ve alışveriş merkezi yapmış olurlardı. İşte
mantalite farkı... Burasının yıllık ziyaretçi sayısı 20 milyon
civarındaymış.
Central Park'ın girişinde faytonlar bulunuyor ve faytona binerek parkı gezmeniz
mümkün. Faytonlar parkın girişinde peş peşe olarak sıralanmış durumda. Bizde
sıradaki faytona binerken adamla pazarlığa giriştik tabi ki adam pazarlık yapmadı
iyi o zaman binmiyoruz deyip tam ayrılıyorduk ki, bize 10 Dolar civarında bir
pazarlık yaptı. Herhalde orada bizden başka pazarlık yapan yoktur :D Fayton
turu rehberimiz İrlanda kökenliydi. Zaten bu piyasaya İrlanda kökenliler hâkimmiş.
Bize parkı, parkın etrafındaki
binaları, ünlülerin evlerinin olduğu binaları ve filmlerin çekildiği mekânları
(Örn: Hayalet Avcılarının çekildiği filmin olduğu bina) gösterdi. Biz fayton
turundan oldukça memnun kaldık size de tavsiye ederim. Fayton turu rehberimiz
Türk faytoncularında bulunduğunu belirtti hatta 10 dakika önce gelsek onların
faytonuna binebileceğimizi de belirtti. Fayton turu yapmak isteyenler oraya
gittiğinde Türk faytoncuları beklerse Türkçe fayton gezisini de yapabilirler
:) Kışın burada yer alan buz pateni pistinde kaymak eminim çok güzel olacaktır. Buraya gelmişken göl kenarında dinlenip, yürüyüş yapmayı da sakın atlamayın.



Boathouse-
Central Park Zoo:
Fayton gezimiz bittikten sonra biz Parkta gezmeye
devam ettik. Öncelikle istikametimiz Boathouse oldu. Buraya
gelip mutlaka bir şeyler atıştırmanızı veya içmenizi tavsiye ederim, kesinlikle
huzur veren bir yer. Parkta insanlar ya bisiklet sürüyordu, ya koşuyordu ya da
paten kayıyordu. Bizde büyük bir hayretle onları izledik bizim ülkemizde
maalesef bu tarz bir park yok. Çocuklular da yine Central Park içerisinde yer
alan Central Park Zoo 'ya
yani Hayvanat Bahçesi'ne gidebilirler. Bilet fiyatları 3-12 yaş arasındakiler
için 13 USD, 12 yaşından büyükler içinse 18 USD olarak değişiyor. Eminim
çocuklarınız burayı da çok sevecekler.
Metropolitan
Museum of Art:
Biz daha sonra Metropolitan Museum of Art'a gittik
şansımıza çok sıra yoktu. Bu müzede ilgimi çeken müzelerden biri oldu. Müze
baya büyük her yerini detaylıca gezmek için baya bir süre harcamak gerek. Daha
sonra müzenin önünde yer alan merdivenlerde oturup dinlendik.
Guggenheim
Müzesi:
Daha sonra istikametimiz dünyada başka yerde de
şubeleri bulunan Guggenheim Müzesi oldu. Oraya gittiğimizde içeri girdik
müzenin havasını soluduk ama çok sıra vardı ve sırada beklemekten vazgeçip
çıktık. Vaktiniz varsa bu müzeyi de esgeçmeyin derim :)
Apple
Store:
Daha sonra Central Park'ın kenarında yer alan meşhur
ve çok uçuk kira bedelleri olan rezidansların önünden 5th Avenue'ye doğru
yürüdük. Central Park'la 5th Avenue kesişiminde yer alan Apple Store önünde de
herkes free wifinin hakkını çıkarıyordu tabi ki benden bundan geri kalamazdım
:) Bu mağazanın özelliği dışarısında cam kutu içerisinde Apple logosunun
yer alması. Mağazaya girmek için camın içinden aşağıya doğru iniyorsunuz.
Burası mimari bir harika. Iphonei Ipad ve bilumum Apple ürünlerini buradan
almanız mümkün. Mağaza 365 gün açıkmış bunu da belirteyim :)
5th
Avenue:
Apple Store'u da gezdikten sonra 5th Avenue turumuza
devam ettik. Abercrombie Fitch mağazasının önünde sıra vardı. Bu mağazanın
özelliği mağaza girişinde yakışıklı&güzel çalışanları koymaları ve onlarla
fotoğraf çekiliyor olmanız. Bu mağazada beklemekle uğraşmak istemiyorsanız
biraz ileri de Hollister mağazası var, orada da fotoğraf
çekilebiliyorsunuz.
Her yerde bu bacalardan var :)
Cadde üzerinde Halal Food satan tezgahlar:
Atlas
Heykeli:
Yine Rockefeller Bölgesinde yürümeye devam ederken
5th Avenue St. Patricks Katedralinin karşı tarafında Atlas Heykelini
göreceksiniz. Burası da New York açısından önemli bir yapı. Atlas Heykeli antik
Yunan tanrısını betimlemektedir ve heykelde Atlas gökleri tutmaktadır.
St.
Patricks Katedrali:
Heykelin karşı tarafında ise St. Patricks
Katedralini ziyaret edebilirsiniz. Bu katedralin benim açımdan özelliği ise New
York'a ilk kez 2-3 yaşındayken gitmişim ailemle birlikte. Video kamera
görüntülerinde bu katedralde bir düğünü izlediğimizi hatırlıyorum.
Empire
States:
Daha sonra cadde boyunca mağazaları geze geze Empire
States'e geldik. Empire States'e çıkıp New York- Manhattan manzarası izlemek
için de sabırsızlanıyordum. Yalnız Empire States'e çıkmak için insanların
saatlerce kuyrukta beklediğini belirtmek isterim. Kuyrukla uğraşmak
istemiyorsanız önceden http://www.esbnyc.com/buy-tickets 'den
biletinizi almayı sakın ihmal etmeyin. Az bir zaman kala almaya karar
verirseniz istediğiniz günü ve saati bulamayabilirsiniz. Biz çok önceden internetten
biletlerimizi aldığımız için hiç sıra beklemeden doğrudan Empire States'in 86.
Katına çıktık. Sırada bekleyen insanları gördükçe iyi ki önceden bilet almışız
dedik. Yaz olduğu ve hava da muhteşem olduğu için görüntümüzü engelleyen
sis-yağmurda yoktu. Manhattan'i dolayısıyla New York'u tepeden izlemek
muhteşemdi. Anlatmakla olmaz ama belki fotoğraflardan güzelliği biraz
anlaşılabilir :) Empire States dünyadaki en yüksek gökdelenler arasında yer
almaktadır.
Iron Flat:
Empire States'te bolca fotoğraf çektikten sonra Iron Flat'e gidip
dışarıdan fotoğraflarını çektik. Iron Flat 1902
senesinde yapılmış ve yapıldığı tarihte şehrin en yüksek yapılarından
birisiymiş. Burasının özelliği üçgen bir yapıda olması ve dışarıdan
bakıldığında ütü şeklinde görülmesidir. Bu sebeple de İngilizce ütü anlamına
gelen Iron Flat bu binanın ismi olmuş.
TKTS- Ucuz Broadway
Showu Bileti:
New York'ta her cadde her sokak birbirinden güzel o yüzden sokaklarda
gözünüzü kestirdiğiniz sokaklara caddelere girin doyasıya gezin. Oralarda baya
dolandıktan sonra New York'tan ayrılmadan önce bir tane daha Broadway showu
izlemeye karar verdik. Amerika'ya gitmeden önce bir arkadaşımdan o günkü
Broadway showlarının Time Square'de yer alan TKTS'de indirimli olarak
satıldığını duymuştum. Bizde tekrar Times Square'e gittik ama yaklaşık olarak 5
dakika bakınmamıza rağmen TKTS diye bir yer göremedik. Sonra bi baktım ki hep
üzerinde oturduğumuz merdivenlerin alt kısmı TKTS'nin ofisiymiş. Yani aslında
merdivenler TKTS'nin çatısı gibi oluyor. Orada yer alan ekranlarda o günkü
etkinlikler için kaç kişilik yer kaldığını belirtiyor. Bizde şansımıza hangisi
denk gelirse ona bilet alalım diye konuştuk. Aklımda Mamma Mia veya Phantom of
the Opera (Operadaki Hayalet) vardı. Sıra bana gelince Operadaki Hayalet'e 2
kişilik bilet olduğunu gördüm ve hemen biletleri
aldım. Yaklaşık yarım saat sırada bekledim eşimde o sırada dinlenmek için
merdivenlerde oturuyordu. Sırada beklerken sıradakilerle arkadaş oldum ve
onlarla da sohbet ettim.
Phantom of the Opera –
Operadaki Hayalet- Broadway:
Phantom of the Opera 25 yılı aşan geçmişiyle
Broadway'in en uzun soluklu ve en büyük prodüksiyona sahip müzikalidir. Aynı zamanda dünya çapında 40
ülke, 110 şehirde, 65,000 performansla 80 milyonluk bir izleyici kitlesine
sahip bir müzikal. Paris Operası'nda hayalet olarak tanınan yüzü ileri
derecede deforme olmuş bir müzik dâhisinin, yetenekli ve güzel Soprano
Christine'e olan saplantılı aşkını konu alan Operadaki Hayalet, kıskançlık,
çılgınlık ve ihtirasın kesiştiği büyülü bir hikâye. Operadaki Hayalet Broadway'de
yer alan Majestic Theatre'da oynuyor. Phantom of the Opera'yı anlatmaya
kelimeler yetmez kesinlikle büyüleyici, muhteşem. Onu izledikten sonra insan
kendisini çok farklı hissediyor. O koreografi, o dekor hiç bir yerde yok. Şayet
Broadway gösterisi izlemek istiyorsanız tercihinizi kesinlikle Operadaki
Hayalet'ten yana kullanın.
Broadway showu öncesi veya sonrasında Times Square’de
yer alan Bubba Gump'ta yemek yemenizi tavsiye ederim. Burası deniz ürünleriyle,
değişik içecekleriyle meşhur. Kesinlikle tavsiye edilir.
Daha sonra otelimizin yolunu tuttuk ve otelin roofbarına çıktık. Roofbar eşsiz
Manhattan ve Quennsboro Bridge manzarasıyla muhteşemdi.
3.
GÜN:
Brooklyn
Bridge – Pier 17:
Downtown'dan subwaye binip Brooklyn Bridge'e giden
en yakın metro durağında indik. İstikamet öncelikle Brooklyn Köprüsüydü.
Bu
köprü Manhattan ve Brooklyn'i birbirine bağlamaktadır. Köprünün bir kısmı yaya
ve bisiklet geçişine ayrılmıştır. Bizde eşimle köprüde yürüdük ve bir sürü
fotoğraf çektik.
Köprünün Manhattan ayağında yer alan Pier 17’yi
göreceksiniz. Burada atıştırabilir, mağazalardan da alışveriş yapabilirsiniz.
Burası da hoş bir yer tavsiye ederim.
World
Trade Center ( Ground Zero) – Financial District- Wall Street:
Burdan sonra yürüyerek eskiden World Trade Center'in
bulunduğu Financial District'e gittik. Biz gittiğimizde Ground Zero kısmı yani
9/11 Memorial Müzesi henüz yapım aşamasındaydı. Burada yer alan Ticaret
Merkezinin yanma ve yıkılması anlarını TV'den görmüştüm. İnsan o yüzden orada
gezerken garip hissediyor.
Buradan da yürüyerek Amerikan ekonomisin kalbi, borsa işlemlerinin merkezi olan
Wall Street Borsası'na gittik. Burada da bolca fotoğraf çektik (dışından), Wall
Street tabelasının önünde fotoğraf çekilmeyi de unutmayın. Buradan da Boğa
Heykelinin olduğu tarafa gidin ve fotoğraf çekilmeden asla dönmeyin
:)
Frankfurt Borsası'nın önünde de boğa ve ayı heykeli
görünce bunun borsayla ne ilgisi var diye merak etmiştim ve bu vesileyle ne
anlama geldiklerini de öğrenmiş oldum. Boğa piyasası” (bull
market), gelecek hakkındaki iyimserliği belirtiyormuş. “Boğa”lar, piyasanın
yükseleceği beklentisi içindedirler. Bu düşünceye sahip kişiler, piyasa
yükselmeden, ellerinde yeterli para bulunmasa bile bir yere borçlanıp, hisse
senedi satın alır, daha sonra da yüksek fiyattan satarlar. Bu terimin kökeninin
boğaların boynuzları ile herşeyi yukarı kaldırması olduğu inancı yaygınmış
dolayısıyla Borsaların önünde boğa heykeli bulunmasının nedenini de öğrenmiş
oldum. Ayı piyasası ise tam tersiymiş.
Battery
Park- Statue of Liberty (Özgürlük Heykeli) – Ellis Island (Ellis Adası):
Buradan da Battery Park'a doğru gittik. Battery Park
Manhattan'in en güneyinde yer alıyor. Battery Park'tan Özgürlük Heykelinin
olduğu adaya giden vapurlar kalkıyor. http://www.statuecruises.com/choose_tickets.aspx
'den Türkiyeden 1-2 ay öncesinden biletlerimizi almıştık. Bilette
belirtilen saatte tam vapurun kalktığı yerde olduk ve bizi hemen en önden
vapura bindirdiler.
İnanılmaz bir sıra vardı biz hemen en öne geçtik. İstikamet
öncelikle Özgürlük Heykelinin bulunduğu ada olan Liberty Island'dı. Adaya iner
inmez daha önce aldığımız biletlerle havalimanlarındaki gibi güvenlik
kontrolünden geçerek Özgürlük Heykeli'ne çıktık. Bileti çok önceden almamızın
avantajı Özgürlük Heykelinin balkon kısmına çıkabilmemizdi. Taç kısmı ise
tadilatta olduğu için zaten kimse çıkamıyordu. O gün orada Özgürlük Heykeline
çıkmak istediğinizi belirtseniz bu mümkün değildi çünkü günlük kontenjan varmış
ve sadece çok daha önceden online alanlar çıkabiliyordu yani şöyle söyleyeyim
vapurdan mesela 100 kişi adaya indiyse sadece 3 kişi Özgürlük Heykeline
çıkabildi. Diğerleri ise adada yürüyerek fotoğraf çekiyorlardı.
Özgürlük Heykelinin
içerisinde müze var ve asansörle balkon kısmına çıkılabiliyor, biz değişiklik
olsun diye merdivenlerden çıktık. 2-3 yaşındayken de buradaki balkona çıkmışım
ve fotoğraflarım var o yüzden benim için baya değişik bir anı oldu :) Bu adaya
gitmişken pek çok insanın elinde su şişesiyle Özgürlük Heykeli pozunu vermeye
çalıştığını göreceksiniz:)
Özgürlük Heykelinden Manhattan:
Sonra tekrar vapura binip Ellis Adası'na geçtik o an acaba hiç o adada
inmeyip devam edip Battery Park'a mı gitsek diye düşünmüştüm son anda inmeye
karar verdik ve iyi ki inmişiz. Bu ada da şu anda göçmen müzesi haline
getirilmiş. Ellis Adası, 1 Ocak 1892 ile 12 Kasım 1954 tarihleri
arasında, New
York’a gelen yeni göçmenler için bir transit merkezi olarak hizmet
vermiştir. Burası New York ile New Jersey eyaletinin sınırında yer alıp Amerika
Rüyası'nın başladığı yer olarak biliniyor. Amerika’ya ilk
göçlerin başladığı yıllarda burası ülkeye giriş noktasıydı. Göç Tarama
İstasyonu’nda dünyanın her yerinden Amerika’ya yerleşmeye gelen göçmenlerin tüm
resmi işlemleri burada yapılıyormuş. Buradaki göçmenlik hizmetleri 1954 yılından itibaren Manhattan’a taşınarak son
bulmuş. Ellis Adası artık bir Göçmen Müzesi. Göçmenlik Bürosu’nun müze kısmında
göçmenlerin yolculuklarından kalan eşyalarını, fotoğraflarını, kayıtlarını
görebilirsiniz.

İnsan buradaki fotoğrafları, göçmenlerin eşyalarını
gördükçe de duygulanıyor. Bir sürü insan dünyanın değişik yerlerinden Amerikan Rüyası için gelmişler. Bu müzenin her yerini gezdikten sonra tekrar vapura
atlayıp Battery Park'a geldik.
Soho- China Town-
Little Italy:
Battery Park'ta indikten sonra gördüğümüz metroya binip China Town'a en
yakın yeri sorduk ve orada indik. Ama indiğimiz yer hiç tekin bir yer değildi.
Sanki New York'ta değil de nasıl desem apayrı bir yere gelmiştik. Her yerde
evsizler, seyyar satıcılar fazlaydı eşim hatta boşver China Town'u da
görmeyelim geri dönelim dediyse de ben bi şey olmaz deyip yaklaşık 10 dakika
yürüdükten sonra China Town'a geldik. Burada kendinizi New York'ta değil de
Çin'de hissediyorsunuz. Her yerde Çin lokantaları, marketleri, Çin yemekleri
satılıyordu. Bu böcekleri yemeye kim cesaret eder acaba aramızdan :)
Çin
Mahallesi her yönüyle capcanlı, kırmızın hâkim olduğu bir yer. Buradan
elektronik aletleri de oldukça uygun fiyata alabilirsiniz.
China Town'un hemen yan tarafında ise Little Italy'yi bulacaksınız.
Burası da isminden de anlaşılacağı üzere İtalyan mahallesi. New York çok büyük
bir şehir olduğu için içinde farklı farklı mahallerin olması da mükemmel.
İtalyan Mahallesinde de birbirinden güzel İtalyan restaurantlarını
bulabilirsiniz. Biz 167 Mulberry Street'te yer alan La Mela Ristorante'yi
tercih ettik.
Yemekten önce getirilen kızarmış ekmek ve tereyağa yumulduk.
Spagettiler, pizzalar ve tiramisuların lezzeti karşısında bayılacaksınız burası
çok güzeldi. Yemeğimiz yerken yan masadakilerle de sohbet ettik, adam Amerikan
donanmasıyla birlikte seneler önce Türkiye'ye geldiğinden bahsetti bize.
Chinatown ve Little Italy turumuzu tamamladıktan sonra Soho sokaklarında tur
attık. Soho yüksek gökdelenlerin yerine daha sessiz sakin kendi halinde olan
bir yer. Burada birbirinden ünlü mağazaları bulabilirsiniz, son derece şık bir
mahalle burası. Burada pahalı butikleri ve harika bir atmosferi keşfetmeniz
mümkün.
Soho turumuz da tamamladıktan sonra artık akşam olmuştu.
The Lambs Club:
Facebook'un nimetini bir kez daha görmüş oldum. Facebooktan hep
Almanyadaki ilkokul arkadaşımın New York'taki fotoğraflarını görüyordum. Bende
New York'tayken Assal'a mesaj attım o da hemen geri dönüş yaptı ve bu akşam
için sözleştik. Bana ne yapalım diye sordu bende eşimle birlikte olduğumu akşam
bi şeyler içebileceğimizi belirttim. Ama ne yalan söyleyeyim kahve içeriz
diye düşünmüştüm :) O da madem yalnız değilsin bende erkek arkadaşımla
geleyim diye mesaj attı bir de buluşacağımız yerin ismini ve adresini yazdı. Kararlaştırdığımız
saatte onun söylediği yerdeydik. Tam 17 sene sonra Almanya'dan ilkokul
arkadaşım Assal'la ve arkadaşı Alex'le
buluştuk. Seneler sonra Almanyadaki ilkokul arkadaşımla New York’ta buluşmak
süper bir duyguydu. Yalnız bizler tüm gün gezip yorulduğumuz, turist olduğumuz
için ve kahve içeceğimizi düşündüğüm için şort ve tshirtlüydük. Bende Assal'a
bizim bu kıyafetlerle bu mekana girmemizin pek yakışık almayacağını hatta belki
bizi almayacaklarını söyledim :DD Alex'i tanıdıkları için içeri girebildik ama
bence siz bu mekana oldukça şık gidin :) Buluştuğumuz mekan Times Square'de
yakın olan The Lambs Club'tü. (132 West 44th
Street) Burası aynı zamanda meşhur 5 yıldızlı lüks otel olan Hotel Chatwal'ın barı.
Mekân oldukça başarılı
kesinlikle tavsiye ederim. Alex bizlere drink ve atıştırmalık yiyecekler
söyledi ve 17 sene sonra Assal'la buluşma neticesinde baya sohbet ettik ve
keyifli vakit geçirdik. Hesabı Alex çoktan ödemiş. Buradan kalktıktan sonra hep
birlikte Times Square'e yürüdük ve benim istediğim üzerine daha sonra M&M
mağazasından alışveriş yaptık :) Böylece bu günde bitmiş oldu.
Bugün Megabus'un otobüsüne atlayarak Washington'a gittik. Gece yarısı
tekrar New York'taki otelimize döndük. Günübirlik Washington turu yapmış olduk.
Yani yazımın başlığı belki de New York'ta 4 gün olsa daha iyi olurmuş :)
5.GÜN:
4 gün boyunca ayaklarımıza kara sular inene kadar gezdiğimiz için bugün
daha sakin bir gün olsun istedik. Otelden check out yaptık ve valizlerimizi
yanımıza almak gibi bir hata yaptık. Ne de olsa Grand Central Station'da
valizleri bırakmak için yer vardır diye düşündük. Grand Central Station'a
gidince girişteki mapten valiz odasını bulduk ve haritada gösterilen yere
gittik. Ancak gidince orda öyle bir yer olmadığını gördük. Hemen orda istasyon
karakolu gördüm ve polislere valiz odasını sordum onlar da 11 Eylül
olaylarından sonra güvenlik için bu odanın kapandığını söylediler. Tabiki
elimizde valizle dumur olduk akşama kadar gezme niyetimiz vardı bizde tekrar
hemen otele geri dönüp valizi bırakıp sonra tekrar Times Square'e geldik. Abim
Boston'dan bizi ziyarete gelmişti. Akşama kadar hep birlikte en sevdiğimiz
yerlerde tekrar gezindik. Love Sculpture'da sonunda kavuştum:)


O günün ertesi günü Irene
kasırgası geleceği için herkes telaşlıydı herkes koşturuyordu bizde daha
önceden otobüs biletimizi almasaydık Boston'a o gün dönemezdik resmen
olağanüstü hal ilan edilmişti.
New York tatilimiz gerçekten de olağanüstüydü, umarım dileyen herkesin
görme fırsatı olur. Şayet çok önceden uçak biletlerinizi alırsanız, kalacak yeri uygun fiyata ayarlarsanız yurtiçindeki deniz tatillerine harcanan otel parasından daha bile
ucuz bir tatil olduğu söylenebilir. Umarım dileyen herkes Amerika Rüyasını yakından görme fırsatına erişir.
P.S.: Ben New York'ta gezerken hep Sting'in Englishman in New York isimli şarkısını söylüyordum :)
New York'a tatil planları yapanlara şimdiden iyi tatiller diliyorum eminim süper bir tatil geçirecekler :)