4 Mayıs 2016 Çarşamba

2 GÜNDE VİYANA


Evet bu sefer bir çılgınlık yapıp en kısa yurtdışı tatiline gittim. Şehir zaten daha önce bildiğim olan Viyana idi. 



Eşimin doğumgünü sebebiyle millerimizi kullanıp sadece 1 gece-2 günlük Viyana’ya gittik. Cumartesi sabah giderken Miles&Smiles millerimizi kullandık ve İstanbul aktarmalı olarak Viyana’ya gittik. Saat 9.30’da Viyanadaydık. Ankara’dan uçağımız sabah saat 4 te idi. O gece biraz uykusuz kaldık ama 2 günlük tatil için kesinlikle değer.

Dönüşü de Pegasus kredi kartından biriken puanlarımızla aldık. Bunun en büyük avantajı Pegasus’un Pazar gecesi 22.50’da Viyanadan kalkması idi. Viyana’dan kalktıktan tam 2.5 saat sonra gece yarısı Ankara da idik.


 Viyana hakkındaki diğer yazım için :  http://gokceninseyirdefteri.blogspot.com.tr/2013/07/viyana.html e beklerim.

 Uçak saatleri iyi denk gelince  Cumartesi ve Pazar günümüz bölünmeden doya doya gezmiş olduk. Turistik yerleri görmek için bence Viyana’da 2 gün yeter.



Ben zaten Viyana’yı bildiğim için eşime güzel bir plan yaptım ve böylece görülmesi gereken başlıca top turistik yerleri görmüş olduk.


Gitmeden önce her zamanki gibi restoran rezervasyonlarımızı yapmış ve Pazar sabah Bratislava-Slovakya için tren biletlerimizi de almıştım. Yani biz 2 güne 2 ülke sığdırdık :D


1.GÜN:

Saat 09.30 gibi alana inince gümrük memuru sadece niye geldiniz sorusunu sordu ve direkt geçtik. Valizimizi de aldıktan sonra direkt havalimanının altında bulunan CAT trenlerine gittik.


Havalimanından şehir merkezine gelmenin en hızlı yolu CAT (City Airport Train) treni. Tam 20 dakika arada hiç durmadan Wien Mitte istasyonunda oluyorsunuz. Gidiş dönüş alırsanız bilet daha uyguna geliyor bizde bu sebeple gidiş dönüş aldık.

Yalnız ben bir an ilk kez hata yaptım :D bu trenin Wien Hauptbahnhof’a gitmediğini unuttum. Karışıklığa mahal vermemek adına CAT Wien – Mitte Tren Garına gidiyor. Onu inince fark edince tekrar S Bahn’a binip Wien Hauptbahnhof’a doğru gittik. Yani kaybımız 15 dakika falan oldu. Şayet Wien Hauptbahnhof’a gidecekseniz siz direkt S Bahn’a binip, ana tren garına ulaşabilirsiniz.

Ben oteli hem havalimanına gidiş dönüş rahat olsun hem de ertesi gün sabahın çok erken saatinde Bratislava’ya gideceğimiz için Wien Hauptbahnhof yani Viyana Ana Tren Garının yan tarafında yer alan Star Inn Premium Hotel’i ayarladım. Wien Hauptbahnhof ve etrafındaki bölge bundan 3-4 sene önce gittiğimde o alanda bulunmuyordu tamamen inşaat halindeydi. Şimdi Viyana Ana Tren Garı burada ve etrafında yeni yerleşim birimleri, oteller inşa ediliyor.

Otelimizde yeniydi ve şimdiye kadar Avrupa’da kaldıklarım arasında en uygun fiyatlısıydı diyebilirim . Eskiden tek gittiğimde otele yaklaşık 90 Euro öderken bu otele 2 kişi 75 Euro ödedik. Otel yeniydi ve resepsiyondaki kız gayet ilgiliydi. Check in saati 15.00 olmasına rağmen bizi 11 de odaya aldı ve onun için ekstra bir ücret talep etmedi. Odalarda da sorunsuz şekilde çalışan wifi vardı.

Zaten 1 gece kalacağımız için çok ilginç bir şekilde ( şimdiye kadar bu kadar küçük bir valizle tatile gitmişliğim yoktur) ufak 1 valize 2 kişilik eşya koyduk.

Valizi odaya yerleştirir yerleştirmez, hemen otelden çıktık. Otelimize 10 dakikalık yürüme mesafesinde olan Belvedere Sarayı ve Bahçelerine gittik. Şansımıza Viyana bize 2 gün boyunca hep güneşli yüzünü gösterdi. Belvedere Bahçelerinde de gezinenler, banklarda oturanlar ve her zamanki gibi koşanlar ( Daha önceki postlarımı okuyanlar bilir yurtdışına park konusunda imrenirim) vardı.






Sadece 2 günümüz olduğu için tabi ki biraz hızlı davrandım ama çoğu şeyi de yaptım. Belvedere Bahçelerinden çıktıktan sonra istikametimiz önce Karlsplatz daha sonra da Naschmarkt’tı. Tarihi binaların arasından yürümek, ilkbaharın tüm güzelliğini cömertçe sunduğu parkların arasından geçerek Naschmarkt’a gittik. Burası tam Viyana ruhunu yansıtan bir yerdi. Burası aslında bir Pazar hatta bazı günler bit pazarı da kuruluyor. Baya uzun bir caddenin kapatılıp karşılıklı tezgahlar bulunduğunu aklınıza getirin. Aralarında bazıları sebze-meyve standı, bazıları cafe-lokanta. Tezgâhlarda leziz ötesi yemekler satılıyordu. Mezeler, içkiler, etler, balıklar ve daha neler neler…








Bizde beğendiğimiz bir dükkandan meze tabağı, peynir tabağı aldık ve başka bir yerden de rose şarap aldık. Ayakta bistro tarzı masalarda güneşli havada atıştırdık tam bizim masanın önüne de sokak çalgıcıları geldi ve çok güzel şarkılar çaldılar o an kendimi tamam ben işte şimdi yurtdışındayım diye hissettim.

 Çocuk Parkı:


  
 
  
Naschmarkt’ta baya vakit geçirdikten sonra meşhur Kartner caddesine geldik.
Viyana kahve ve tatlının diyarı olduğu için tabiî ki bizde bu geleneği bozmadık. Hemen Cafe Sacher ‘e gittik. 2 tane Sacher torte, Melange aldık. İkisi de oldukça lezizdi. Şansımıza çok beklemeden hemen cafenin bar kısmında yer bulduk. Cafe Sacher, Viyana’da meşhur bir otel olan Sacher Hotel’in altında bulunuyor.






Daha sonra caddede gezdik, meşhur Stephansdom’a gittik. 



Stephansdom’un arka tarafında da Mozart’ın doğduğu ev (Mozarthaus)   bulunuyor. Burası şu anda müze.


Stephansdom’un yine çaprazında caddenin ortasında Veba Anıtı’nı göreceksiniz. Çok eskiden veba hastalığı yaygınmış ve vebalılar o anıtın altına gömülürmüş.




Lizbon yazımı okuyanlar bilir orada Almanya’da bir seminerde tanıştığım Vasco’dan bahsetmiştim. Vasco Viyana’da yaşıyor. Viyana’ya gitmeden önce kendisiyle mesajlaştım. Saat 15.00’te Cafe Central’de buluşacaktık. Kendisi bana Türkiye’den mesajlaşırken nereye gitmek istediğimi sordu bende tercihimi Viyana’da meşhur bir cafe olan Cafe Central’dan yana kullandım Saat 15.00 için rezervasyonumuz hazırdı. İyi ki rezervasyon yaptırmışız. Kapısında baya uzun bir kuyruk vardı. Tam gittiğimizde Vasco’nunda önümüzde olduğunu farkettik.Yaklaşık 1,5 saat kendisiyle hasret giderdik. 1,5 saatte ülkemizi, evliliğini, Türkiye’deki son durumları ve daha nicelerini konuştuk. 5 sene sonra onu gördüğüme çok sevindim. Sohbet sırasında geçen bir konuda eliniği kulağına götürüp, kulağını çekip tahtaya vurdu. Bende bu duruma şaşırdım aa sizde de mi bu var. Böylece Türklerle Portekizlilerin ortak bir özelliğini bulmuş oldum.






Burada bol sahne ( kremalı) Apfelstrudel ( Elmalı Strudel) yiyip, yanında Melange içtim. İkisi de oldukça başarılıydı.Vasco’da oldukça misafirperverdi evinin oldukça büyük olduğunu kendisinde kalabileceğimizi, akşam ve ertesi gün bizi gezdirebileceğini belirtti. Masadan kalkıp hesabımızı da ödedi.İkimizde buluştuğumuz için çok sevindik. Bir sonraki buluşma Türkiye’de olsun diye de sözleştik.


Cafe Central’de Viyana’nın ünlü cafelerinden biri ve ziyaret edilmesi gereken yerlerin başında geliyor. Stalin, Lenin ve Troçki’nin uğradığı bu mekanda birkaç saat geçirmeniz bile sizi Viyana’ya aşık edecektir. Viyana denilince zaten kenti saran kahve kokusu ve meşhur tatlıları aklıma geliyor.Cafe Central'de her akşam canlı piyano gösterisi mevcut.



Cafe Central’dan sonra zaten ona çok yakın olan Kohlmarkt caddesine gittik. Bu caddenin sonunda ise tüm ihtişamıyla Hofsburg yani Habsburg Hanedanlığı sizi bekliyor olacak. Caddenin sonunda meşhur Hanedanlığının giriş kapısını da göreceksiniz. Kohlmarkt’ta  Cartier, Bulgari, Gucci, Rolex gibi tüm ünlü markaları göreceksiniz

Kohlmarkt caddesinde diğer ünlü bir cafede kısaca Kraliyet Ailesinden beri var olan 1786’da kurulan bir pastane ve güzel bir manzarası olan Demel. Burayada uğramadan Viyana’dan ayrılmayın.  

Habsburg Hanedanlığı’nın ön kapısında kendinizi tarihte yolculuk yapıyormuş gibi hissedeceksiniz. Faytona binip bir gezintiye çıkabilirsiniz.


 



Habsburg Sarayı’nın kapısından  geçtikten sonra ise size park karşılıyor. Güzel havayı fırsat bilen Viyanalılar parkta yatıyorlardı. Habsburg Sarayı'nın giriş kapısının hemen alt tarafında da 1572'de kurulan Dünyanın en eski ve halihazırdaki tek kraliyet binicilik okulu olan İspanyol Binicik Okulu bulunuyor.





Biz ordan da yürüyerek Museumquartier yani Müzeler Bölgesine geçtik. Yurtdışında müzelerin derli toplu olarak bir arada olmasına da bayılıyorum. Museumsquartier ‘in avlusu gölge ve burada biraz serin  olmasına rağmen insanlar ellerinde biralarıyla takılıyorlardı.




 

Bizde ortada yer alan oturma gruplarına kurulup biraz dinlendikten sonra sırasıyla Avusturya Parlamentosu ve Viyana Belediye Sarayı’nın önlerinden yürüdük. Belediye Sarayı’nın önünde bisiklet şenliği vardı. Ertesi gün bisiklet maratonu olduğu için insanlar şimdiden  toplanmışlar, müzik, yiyecek festivali vardı.

Avrupa’da bayıldığım şeylerin başında da insanların haftasonu insanları sokaklara çekmek için bir parti, bir festival düzenlemeleri…

Ordan sonra napsak diye düşünürken Hakan’a haydi Prater’e gidelim dedim. Schottentor durağında hemen 2.20 Euro’luk biletimizi aldıktan sonra  U2 metrosuna binip 3 durak sonra Praterstern durağında indik. Praterstern Viyana’da oldukça eskilerden beri var olan bir eğlence parkı. Kısaca bir lunaparkta diyebiliriz. Buranın en önemli aleti ise Wiener Riesenrad yani kırmızı kapalı kabinlerden oluşan dönme dolap. Dönmedolap 1897’de yapılmış ve bu sebeple de Viyana’nın bir mihenk taşı niteliğinde. Lunaparka giriş ücretsiz, içeride binmek istediğiniz aletlerin fiyatı da genelde 2 Euro’yla 5 Euro arasında değişiyor.



Prater’de aynı zamanda Madame Tussauds müzesi bulunuyor daha önce Madame Tussauds müzesine gitmediyseniz tavsiye ederim.



Bizde parkta baya dolandık ve baya çılgın aletler vardı insanlar bunlara nasıl binebiliyor diye düşündük :)  Hakan daha önce lunaparklarda binmediği bir alet gösterdi bende hadi binelim dedim. Ben daha önce Köln Phantasialand ‘da da binmiştim. Zaten korkunç olmadığı aksine sakin bir alet olduğu için bunu seçti :D  Yuvarlak bir bota biniyorsunuz bot sonra asansör sistemiyle sizi baya yukarıya çıkarıyor sonra yukarıdan aşağıya baya hızlı döne döne ulaşıyorsunuz. En sonra bir rampa var oradan inerken hafif bir heyecan yaşıyorsunuz işte bu kadar ..

Praterde de baya vakit geçirdikten sonra bu sefer  aynı duraktan Leopoldau istikametine giden U 1’e binip 2 durak sonra Donauinsel’e geçtik. Burası Tuna Adası olarak geçiyor ve Tuna Nehrinin ortasında yer alan bir ada. 


Birleşmiş Milletler’de burada yer alıyor hatta metroyla tam önünden geçiyorsunuz. Bu sefer Birleşmiş Milletler’in önünden geçerken aklıma daha önceki anım geldi. Birleşmiş Milletlere gidip kapıdaki görevliden Birleşmiş Milletler’i ziyaret etmek istediğimi belirtmiştim ( avukat kimlik kartımı göstererek) o da haftasonları bunun mümkün olmadığını belirtmişti. Ama çok rica edince beni kırmamış benimle birlikte Birleşmiş Milletlerin bahçesine gelmiş ve fotomu çekmişti. Bu sefer önünden geçerken  nasıl izin vermiş bana diye  şaşırdım :D

Donauinsel’de inip Tuna nehrinin kenarında biraz tur attıktan sonra bu sefer de tekrar metroya binip adanın diğer tarafı olan Alte Donau tarafına gittik. Orada da hep yelkenliler vardı. Artık akşam olmaya başladığından ve orası da tam nehir kenarı olduğundan dolayı esmeye başlamıştı ve bu sefer de U1’in Reumann istikametine giden metrosuna binerek tam meydanda yani Stephansplatz’da indik. Her akşam saat 19.00 da Viyana’da Opera vaktidir. Geçen geldiğimde Opera da bale gösterisine gittiğim için bu sefer Opera’ya gitmek istemedim. Saat 19.15 civarı Opera Binasının yan tarafına gittik. Her akşam Operada olan gösteriler canlı olarak sinevizyondan caddeye de veriliyor. Ne güzel bir düşünce. Orada da sandalyeler var yani halk Opera’ya gitmese bile sandalyelere oturup o akşam ki gösteriyi yaz-kış izleyebiliyor. Yanlarında kendi sandalyelerini getirip, şarabını açıp izleyenler de vardı.





Burada yaklaşık 15 dakika gösteriyi izledikten sonra  bu sefer gece ışıltılı haliyle Kartner strasse, Graben strasse ve Kohlmarkt’ta gezdik. Binaların gece ışıltısı da apayrıydı. Graben caddesinde yürürken sol tarafta Dorotheergasse bulunuyor. Burada da Viyana’nın meşhur diğer bir cafesi  Cafe Hawelka bulunuyor. Nazım Hikmet buraya çok gelirmiş. Diğer cafelere göre burası bana daha bir kıraathane  havası gibi geldi.

Şayet buralarda manzarası güzel olan ve Stephansdom’u gören bir mekan istiyorsanız Kartner’in ortasında sağ tarafta bir avm göreceksiniz. Onun en üst katında Sky Lounge diye bir mekan var. 

Stephansdom’un hemen karşı tarafında da Do & Co Hotel’i göreceksiniz. Do&Co markasını hatırladınız mı? Hani THY İle uçarken yemeklerimizin üzerinde Do&Co yazar. İşte ikisi aynı. Buranın kurucusu bir Türk. Do&Co Lounge da da güzel manzara sizi bekliyor. Mekanın en üst katında gözde ONYX Bar ve DO&CO gurme restoran sizi bekliyor .

Onun dışında Kartner Caddesinin başında sağ tarafta Schwarzenberg strasse’de 1516 TheBrewing Company isminde bir pub var. Kendi biralarını kendileri yapıyorlar ve Viyana’da oldukça popüler bir yer. Bira içmek için mekanınız kesinlikle burası olmalı.


Sokakta denk geldiğim şirin bir cafe: 

                                

Ben akşam yemeği için gitmeden 2 ay önce Figlmüllerin orijinal yeri olan Wollzeile şubesine rezervasyon yaptırmıştım. Çünkü Figlmüller’de yer bulmak gerçekten de çok zor. Bu şubesi diğerine nazaran çok daha küçük. Oturma yerleri de daracık. Bizim masa ufacık ama sempatik bir köşedeydi. Tabiki schnitzel, yanına patates salalatası ve şarap söyledik. Yemekler her zamanki gibi lezizdi. Burasının mottosu “Heimat des Schnitzels seit über 100 Jahren” yani 100 seneyi aşkın süredir Schnitzel’in ana vatanı. Gerçekten de bu mottoyu layığıyla veriyor Figlmüller.Burası 1905 senesinde açılmış bir restaurant. Wollzeile deki şube ufak bir pasajda yer alıyor pasaj bitip sağa döndüğünüzde ise Backer strassedeki daha büyük olan şubesi sizi karşılıyor.

Yemeğimizi de yedikten sonra (sabahtan beri yüzlerce km yürüdüğümüz için pertimiz çıkmış olmasına rağmen)  Viyana’nın meşhur dondurmacısı olan Zanoni& Zanoni’ye uğramadan dönmek olmazdı. Zanoni&Zanoni’nin Lubeck, Graben ve Burgring caddesinde olmak üzere 3 şubesi bulunuyor. Ama oturmalı en büyük şubesi Lubeck’te yer alıyor. Zaten Figmüllerden çıkıp sağa döndüğünüzde pasaj bitince sola döndüğünüzde  Lubeck caddesi  karşınıza çıkıyor. Artık saat baya geç olmuştu bizde bahçesinde meşhur Zanoni’nin dondurmasından tattık. İyi ki bu gece yemişiz çünkü ertesi gün kapısındaki 3 Km’lik sırayı görünce şoka girdik. Yani tamam dondurma güzel ama bir dondurma için o kadar sıra beklemeye değer mi bilemedim.

 Bu arada yazmayı unuttum Viyana’da Almanca veya İngilizce bilmenize hiç gerek yok çünkü etrafta herkes Türk  yani sanki Türkiyedesiniz. Ben bu durumu önceden biliyordum tabi ama Hakan bu duruma oldukça şaşırdı. Hakan bu kadar Türk beklemiyormuş burası aynı Almanya dedi. Hatta Avusturya’nın ayrı bir ülke olmasına da pek anlam veremedi. Almanya’ya birleşselermiş diye bir düşüncesi var bunu da yeri gelmişken dipnot olarak belirteyim. Ben Almanca biliyorum ama 1-2 yerde mekanın adresini sormam gerekti Almanca konuşuyorum ama bakıyorum adamın tipinden belli Türk olduğu, direkt Türkçe’ye dönüyorum.

Zanoni’den sonra doğruca otelin yolunu tuttuk. Ama geceye devam etmek istiyorsanız Stephansdom’un çaprazında yer alan Fledermaus bir alternatif olabilir.

2.GÜN:

Bu sabah 6.30'da uyandık çünkü sabah 7.15’te Bratislava’ya giden trenimiz kalkıyordu. Bu sebeple otelimizi Viyana Tren Garı’nın hemen yan tarafına ayarladım. Viyana-Brastislava arası tren 1 saat sürüyor. Bratislava tren garından bizi 5 senedir görmediğim arkadaşım Kristina karşılayacaktı. Kristina’ya çok kez söyledim "Bak Pazar sabah 8.15 çok erken bir saat gelip bizi karşılama daha sonra buluşuruz diye ama ona rağmen kız saat 08.15’te tren garında tam karşımdaydı. Hatta ben trenden inerken fotomu da çekti ."

Kristinayla buluşunca çok sevindim ve birbirimize sarıldık. Kristinayla irtibatımızı asla koparmamıştık gerek mektup, gerek telefon, gerek facebook aracılığıyla hep görüştük. Tren garından çıkınca hemen garın ön tarafında bulunan  otobüs durağına gittik. Kristina biletlerimizi önceden almış ve makineye basmıştı. Bir aktarma yaparak Bratislava Kalesinden gezimize başladık. 

 
 
Kristina bu sefer eline Bratislava’yı anlatan turistik cep kitabı almıştı ve dönerken de bana hediye etti. Bratislava Kalesini gezdikten ve tepeden Tuna nehrine baktıktan sonra yürüye yürüye old town tarafına indik. Şehirde çoğu sokağa şerit çekmişlerdi. Çünkü bugün bisiklet maratonu vardı şehirde.


 
  

Şehrin en eski eczanesi bir dava ve murisleri sebebiyle harabe durumda şu an: 
 

 Old Town tarafında baya gezdik. Daha sonra da Budapeşte’de bir seminer de tanıştığımız diğer Kristina’da geldi ve hep birlikte gezdik. Bratislava heykelleriyle de meşhur bir şehir. Ancak Paparazzi Cafe kapanmış ve önündeki heykel de artık yok.

Cumil yani Man At Work  heykeli kanalizasyon kapağından bakan adamın heykeli, Napolyon Heykeli ise durmaya devam ediyor. Bratislava için 4 saat ayırmıştık. Gerçi 4 saatte Bratislava’da şehir merkezinde görülmesi gereken yerleri bitirdik.


 
  
 

Bu sefer Bratislava Flagship Restaurant’a gidemedim çünkü Pazar günleri saat 13 veya 14’te açılıyordu.

Carlston Otel (Bratislava’nın en meşhuru) yanındaki sokaktan Tuna nehrine doğru yürüdüğünüzde sağ tarafta nehre bakan caddede Berlinka Cafe http://www.sng.sk/sk/uvod/navsteva-sng/sluzby/berlinka yer alıyor.  Bizde Tuna Nehri kenarında yer alan Berlinka Cafe’ye uğradık. İç dizaynı oldukça  güzeldi. Buradan kahvelerimizi aldık ve Tuna nehri kenarında sohbetimize devam ettik. 


Şehirde sokaklarda dolaşıp sohbet ettikten sonra yavaştan tren yolu dönüşüne doğru geçtik.  Merkezde yer alan Başkanlık Sarayının arka tarafındaki bahçesine gittik. Kristina,Başkanlarını yakın bir zamanda çocuğuyla birlikte İkea’a yastık alışverişi yaparken gördüğünü ve sohbet ettiklerini söyledi.

 
Başkanlık Sarayı’nın bahçesi oldukça güzel. Başkanlık Sarayı Bahçesinin hemen yan tarafında Fabrika isimli bir pub bulunuyor. Yolu Bratislava’ya düşenlere tavsiye ederim. Burası 200’den fazla bira çeşidinin bulunduğu ve üretildiği bir mekan. Loft Hotel’in hemen alt tarafında yer alıyor. Bahçeside bulunuyor. Kristinalar bizi oraya götürdü bana bahçede mi oturursun yoksa içeride mi oturalım dedi ben içeriye geçelim dedim. İçerisi oldukça güzeldi. Hatta komik olan Kristinalar buraya sıklıkla geldikleri ama ilk kez içeri kısma oturduklarını söylediler . Onlarda iç tasarımı oldukça beğendiler ve bir hafta sonraki  girls night eventleri için içeriden bir masa rezerve ettiler.






Bira-Patatesler oldukça lezizdi. Burada da vakit geçirdikten sonra birbirimize hediyelerimizi verdik. Onlar bana şeker- çikolata-içki- kitap sepeti hazırlamışlardı. Bende ufacık bir valizle gittiğim ve hediyeler fazla yer kaplamasın diye onlara nazar boncuklu kolye almıştım.

Yabancılara bir de soğuk insanlar derler buna hiç inanmam. Her iki Kristina’yla seneler önce Budapeşte’de Business School’da bir seminerde tanışmıştık. O zamandan beri de irtibat halindeyiz. Sonra bizi uğurlamaya tren istasyonuna geldiler ve trenimiz kalkana kadar beklediler. İleride Budapeşte’ye tatil için gidersem de ikisi Bratislava’dan yanımıza gelebileceklerini belirttiler. Ama bende bir sonraki buluşma Türkiye’de olsun dedim. Böylece hüzünlü bir ayrılık yaşadık.


Sabahın köründe kalktığımız ve çok yorgun olduğumuz için Viyana’ya varana kadar trende uyumuşuz.


Wien Hauptbahnhof’ta indikten sonra U Bahn’la U1 Karlsplatz’a gittik. Ordan da U4’e binerek yaklaşık 15 dakika içerisinde Schönbrunn durağına geldik. İndiğimizde tam bir ilkbahar havası vardı. Pırıl pırıl bir güneş, çoluk çocuk herkes Schönbrunn Sarayı’na doğru yürüyordu.

Metro durağından çıktıktan sonra sağa dönüp dümdüz gittiğinizde sol tarafınızda sizi Schönbrunn Sarayı bekliyor olacak. Schönbrunn Sarayı Habsburg Hanedanlığının yazlık sarayıdır. Bahçeleri ve çeşmeleriyle tanınan bin 200 odalı sarayın ayrıca meşhur bir hayvanat bahçesi bulunuyor. Bu yazlık saray İmparator Franz Joseph'in eşi, Sissi adıyla tanınan İmparatoriçe Elisabeth'in en sevdiği mekanmış. Buraya gelmişken bahçelerin içinde yer alan Palmenhaus’u da esgeçmeyin . Sarayın hemen arka tarafında da Schlosspark yer alıyor. İnsanlar çimlerde uzanmış dinleniyorlardı. Bizde yukarıya baya tırmandıktan sonra tepe noktada oturduk . Bende tabiî ki fırsat bu fırsat yarım saat çimenlerde uyudum. Bu bahçeler peyzaj açısından bir  harika dostum. Onun dışında burada labirent bahçelerde bulunuyor.




Schönbrunn Sarayına girmek ücretli ancak bahçesine ücretsiz olarak girebiliyorsunuz. 

Schönbrunn’da güzel bir Pazar öğleden sonramızı geçirdikten sonra tekrar merkeze geldik ve Kartner, Graben, Kohlmarkt’ta gezinip durduk. Pazar günü olmasına rağmen  şehir merkezi insan kaynıyordu tıklım tıklımdı. Yürünmüyordu bile. Avrupa’da Pazar günleri her yeri boş görmeye alışkınızdır burası tam tersine insan kaynıyordu.

Geçen geldiğimde Stephansdom'a yakın bir mesafede Türklerin işlettiği bir pizzacıya denk gelmiştim bu seferde orada leziz pizzalarımızı yedikten sonra Viyana’da son  vuruşu Kısaca Kraliyet Ailesinin Pastanesi olan Demel’de geçirdik. Demel’de oldukça doluydu sonra dışarıda bir masa bulduk. Ben burada tercihi yine Apfelstrudel ‘den ve Melange’dan yana kullandım kısacası yıkılıyordu :D





Daha sonra Stephansdom metro durağına yürüyüp Viyana’yla vedalaştım güle güle dedim. Bakalım ilerisi bizim için neler gösterir acaba tekrar gelirmiyiz :D Biz gelmesek bile umarım Kaan ve Arhan gelirler. Benden çok daha fazla yerler görürler inşallah :)

Sonra valizlerimizi otelden aldıktan sonra tekrar CAT’le havalimanına gittik. Dönüş uçağımız Pegasus’un direkt Ankara uçağıydı. Uçak gece 22.50’de kalktı ve böylece Pazar gününü de doyasıya yaşamış olduk.  Viyana Havalimanının tek abuk tarafı kapıların önünde hiçbir oturma yerinin bulunmaması yani ya cafeye git otur, ya da ayakta kal diye insanları zorluyorlar. Pek çok insan yerlerde oturuyordu.


Dönüşü de 15. Sıradan yani acil çıkış kapısının önünden alınca ve ortamızda da kimse olmayınca çok rahat bir şekilde 2.5 saatte kendimizi Ankara’da bulduk.


Darısı diğer gezilerimize olsun ... Hayat gezince güzel 





4 yorum:

  1. Bu kadar kısa zamanda ne çok şey sığdırmışsınız. Tebrikler. Özellikle dar vakti olanlar için faydalı bir yazı olmuş :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mustafa çok teşekkür ederim yorum için selamlar

      Sil
  2. Şu anda oraya ışınlanmak ve her yazdığın yeri adım adım gezmek istiyorum :)

    YanıtlaSil