10 Mayıs 2020 Pazar

CHİCAGO: RÜZGARLI ŞEHİR




Kaç zamandır 2019'un son yurtdışı gezisi olan Chicago'yu bloga eklemeyi düşünsem de bir türlü fırsat olmamıştı. İleride "değişik" olarak hatırlayacağımız Korona günlerinde Chicago yazımı yazmak kısmetmiş. Bu yazım 4-5 günlük Chicago'ya gidenlere fikir verebilir. Ama bu tatilim ve bu yazım benim için daha çok hatıra kalması amacıyla yazıldı. Bu ay sonu da Seda'nın doğumgünü. İkimiz için belki güzel bir anı da olabilir :)



Chicago tatilini biraz daha slow yaşadım denebilir. Yani sadece yapmak istediklerimi yaptım, sadece turistik diye ilgimi çekmeyen aktiviteleri yapmadım.


Chicago şehri ismini Kızılderili dilinde yabani soğan anlamına gelen "Checagou" kelimesinden almıştır. Chicago, Amerika'nın 3. en büyük şehir olup, Michigan Gölü kenarında yer almaktadır. Ama buraya göl demek haksızlık :) Chicago'nun rüzgarlı şehir olarak adlandırılmasının sebebi Michigan Gölü'nden gelen sert rüzgarlar değil,  siyasetteki hareketli yıllarından dolayıymış. 



Seda benim stajımı yaptığım Sarıibrahimoğlu Hukuk Bürosu'ndan arkadaşım. Seda'yla staj senelerinden beri irtibatı koparmadık ve bir şekilde görüşmelerimize devam ettik. Kendisi Chicago'ya yerleşince ona hep Seda yanına geleceğim diye takılıyordum.. Ama cidden hiçbirisi gerçek değildi. Belki de böyle diye diye evrene olumlu mesaj yolladım :D 


Seda'yla mesajlaşmalarımızda hep Chicago'nun kışın buz gibi olduğu, şayet Chicago'ya  geleceksem havalar güzelken Chicago'nun daha  keyifli olacağını öylüyordu. Bir an 2019 İlkbahar'da Seda'nın yanına gitsem mi diye düşünürken , sonra bu plan olarak kaldı. 


2019 sonbaharda ilerleyen aylar için tatil planı yapmaya başlamıştım. Şimdi okurken buna güleceksiniz, ne alaka diyeceksiniz ama işte sonbaharda 1-2 gün izin alıp, çocuklarla Hatay'a kuzenlerimin yanına gitsem mi diye düşünmüştüm. (Hatay'ı daha önce görmedim ve halen de merak ediyorum).  Ankara-Hatay uçak saatleri biraz tersti ve çocuklarla biraz zor olacaktı ama tatil aşkını içinde yaşayanlar için bu  zor olmazdı:) 3 kişilik uçak parasını görünce bir an için şaşırdım çünkü bu rakam neredeyse Amerika bileti fiyatına denk geliyordu. Olay da zaten bundan sonra koptu. Hatay'a 3 kişi bu kadar uçak bileti parası vereceğime, Amerika'ya giderim diye düşündüm. Hatay nere, Amerika neresi bu da ayrı bir yazımın konusunu teşkil edebilir.. 





Sonra bi anda Seda'yla mesajlaşmalar falan derken (galiba kendisini zorladım :D ) , (hazır Amerika vizesi varken) Skyscanner'den bilet bakmaya başladım. Ve bir anda Kasım'ın son haftası, Aralık'ın ilk haftası Chicago'ya bilet aldım. İnanılır gibi değildi. Artık o tarihi beklemekten başka yapacak bir şey kalmamıştı. Büyük gün geldi ve çattı ben hala Amerika'ya gideceğime inanamıyordum. Biletleri Lufthansa'nın kendi web sayfasından aldım. Gidiş Ankara- Münih, Münih-Chicago, dönüşte aynı şekildeydi. Ankara-Münih Lufthansa ama Sun Express tarafından icra ediliyor. Gidiş uçağım Münih-Chicago United Airlines, dönüş uçağı ise Chicago-Münih Lufthansa idi. United Airlines'la daha önce hiç uçmadığım için biraz tereddütlüydüm. Ama uçak ve hizmet mükemmeldi. Bana hiç 10 saat uçmuşum gibi gelmedi, gidiş uçağı gündüz olduğu için o sırada kitap bitirdim. Hizmet gerçekten süperdi, sürekli olarak ikramlarla bulunuyorlardı. Sanki yolculuk 3-4 saatte bitti. Uçak biletinizi Lufthansa'dan aldıysanız ve yurtdışı bağlantınız devam ediyorsa Sun Express'te de yemek - içecek servisi ekstra ücret ödemeden size sağlanıyor. Uçak Münih'e inince sıkı bir kontrolden geçtik ve daha sonra Chicago uçağı için terminal değiştirdim. Şayet Amerika vizeniz varsa ve Almanya'da başka şehre uçmadan direkt Amerika'ya uçuyorsanız bu durumda transit vize almanıza da gerek bulunmuyor. Münih Havaalanı oldukça büyük ve terminal değiştirmeniz gerektiği için dikkat etmenizi tavsiye ederim. Burada valiz işlemi de yapmıyorsunuz, valizinizi direkt Amerika'dan alıyorsunuz.


Artık uçak Chicago için alçalmaya başladığında hafiften heyecanlanmaya başladım. Acaba bir daha Amerika'ya gelir miyim diye hayal ederken işte gelmiştim :D Amerika'ya inmeden önce uçakta size bir form dağıtılıyor ve oradaki soruları cevaplamanız gerekiyor. Amerika'ya gitmeden önce nerede kalacaksanız mutlaka adres yanınızda olsun. Bu bilgiyi de size dağıtılan forma dolduruyorsunuz. Daha önce Amerika'ya geldiğimde bu formu gümrükte polise teslim etmiştim. Ama Chicago Havalimanında değişik bir sistem kurulmuş.


Uçak indikten sonra valizleri teslim almadan ve gümrükten pasaport kontrolünden geçmeden önce ortada pek çok kiosk var. Oradaki kioska gidip, aynı soruları orada monitörden cevaplıyorsunuz. Orada size tarif edildiği şekilde kendiniz fotoğrafınızı çekip sisteme yüklüyorsunuz, ayrıca kendi parmak izinizi alıp sisteme yüklüyorsunuz. 


Tüm işlemler bittikten sonra pasaport sırasına gidiyorsunuz. Bana ne kadar kalcaksın sorusunu sorduktan sonra valizleri almaya gittim. Ben 2 valizle gitmiştim. Biri boş, biri dolu. Ama orada bir hafta kaldıktan sonra keşke iki valizim de boş gitseymişim diye düşündüm İnsan orada alışveriş yapınca fiyatları bizim ülkemizle kıyaslayınca her şeyi alası geliyor :D



Valizleri de teslim aldıktan sonra başka bir sıraya giriyorsunuz. Oradan geçerken bana yiyecek getirip-getirmediğimi sordular. Hayır cevabını verdikten sonra işte gümrükten çıkmıştım. Ben Turkcell günlük paketimi orada kullanmaya devam ettim. Çıktıktan sonra hemen Seda'yla mesajlaştık ve buluşma mekanımızı kararlaştırdık. Bende uber aplikasyondan bir taksi çağırdım ve Seda'yla buluşma mekanımıza gittim. Uber şoförünün ismi Haris'ti ve Pakistanlıydı. Yol boyunca onla sohbet ettik. Seda ve hatta bir arkadaşı benim ağır valizi görünce şok oldu tabi:) 



Seda'yla biraz vakit geçirdikten sonra onun çıkışına 1-2 saat kalmıştı, bende hemen buluştuğumuz yerin karşı tarafında bulunan Dunkin Donuts'a gittim. Kendime büyük boy bir kahve ve sevdiğim donutlardan söyledim. O sırada da bir taraftan etrafa bakıyor, bir taraftan da internette vakit geçiriyordum. Yan masada duran bir çocukla son 15 dakika sohbete daldık. O da Romanyalıymış , Chicago'da okuyormuş vs vs. Bende Amerika'ya geleli sadece 1 kaç saat olduğunu, Chicago'ya 5 günlük geldiğimi ve Chicago'da ilk tanıştığım yabancı kişinin kendisi olduğunu belirttim. Kendisi bir anda kalktı ve bi şeyler dedi ben ne olduğunu da anlamadım . Sonra bana yavaşça söyledi, meğerse benim için iyi niyet duası etmiş ve bana şans diledi. Hep derim seyahat etmek başlı başına bir keyif ve insanı geliştirir diye. Bence  tek başına seyahat etmek insana daha çok macera yaşatıyor  ve bu vesileyle daha çok şey öğreniyorsunuz. Dil bilmemek veya vakit yaratamamak bence seyahat etme engeli olmamalı. İnsan istedikten sonra bir şekilde bunun üstesinden gelebilir. 




Daha sonra Seda'yla  buluşup uberle evine doğru yol aldık. Amerika'ya gitmeden önce benim bulunduğum dönem de sevdiğim bir etkinlik- konser veya tabiki (Chicago'ya gitmişken) Chicago Bulls'un basket maçı var mı diye kontrol etmeye başlamıştım. Şansıma Cher'in konseri vardı ve fiyatları oldukça makuldu. Tek sıkıntı benim gittiğim gün bu konserin olmasıydı :D Gittiğim ilk gün valizleri eve koyar koymaz konsere gitmek pek akıl karı değildi. Ve iyi ki de konsere bilet almamışım. Sedocum sağ olsun sırf ben istiyorum diye konsere benimle gelecekti. Ama yorgun argın gitmek çok zor olurdu. Chicago Bulls takımı da şansıma o hafta deplasmandaydı, bu sebeple basket maçına da gidemedik. 





Benim gittiğim 5 günlük dönem o kadar güzel bir zamana denk geldi ki.. Gittiğim günün ertesi günü Thanksgiving yani Şükran Günüydü. Hemen onun ertesi günü meşhur Black Friday ( indirimin olduğu gün), bu tarihi takip eden Cyber Monday (Elektronik Ürünlerde İndirimin Olduğu Gün) ve tam da Aralık ayının başı olması sebebiyle Yeni Yıl süslerinin olmasıydı... 





Seda'nın evi Irving Park semtindeydi. Evine gece vardık ve sokağa bayıldım. Tam filmlerdeki Amerikan sokakları gibiydi ve Noel'e yaklaşılıyor olması sebebiyle sokaktaki villalar ışıl ışıldı. Seda'yla sohbet ederken (oraya göre çok erken saat: 20.30 civarı  olmasına rağmen) artık gözlerim kapanmaya başladı. Eh ne de olsa Türkiye'de saat 04.30'du ve ben bu saatte kadar neredeyse hiç uyumamıştım .. Uyuduktan sonra saat gece 3 civarı uyandım ve daha sonra tekrar uyudum. Gece yarısı böyle uyanma 2 gün falan daha devam etti. Uyanıp, internette  vakit geçirdikten sonra tekrar uykuya dalıyordum. 





Ertesi sabah artık dinç bir şekilde uyanmıştım ve şansıma Thanksgiving sebebiyle Seda'da o gün tatildi. Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra gece geç saatlere kadar Chicago sokaklarında gezdik ve artık ayaklarımıza kara sular inmişti. Evden metroya 5 dakika yürüyerek ulaşıyorduk, bu sebeple evi oldukça merkeziydi. Seda'nın evinin bulunduğu sokakta size yürürken sincaplar eşlik ediyor. Metroyla da toplam 20 dakikada tam şehir merkezinde oluyorduk. Seda  bana metroda kullanmam için haftalık bilet verdi. Chicago Merkezi gezmek için 3 gün bence yeter. Chicago'nun kalbini attığı yer Michigan Avenue, River Walk ve Loop diye anılan bölge. Burada ara sokaklara girin,  sokakları caddeleri boydan boya gezin, dolaşın, kahve için, alışveriş yapın.



Macy's mağazası Amerika'da meşhur bir mağaza ve Chicago'daki mağaza da devasa. Yeni yıl içinde çok güzel süslenmişti. Macy's mağazasına yılbaşı zamanı gittiğinizde mutlaka devasa süslenmiş çam ağacını da görün. Macy's diğer mağazalara göre daha pahalı. Şayet aklınızda belli bir marka varsa mutlaka şehrin biraz  dışındaki outlet mağazalarına gidin. Orada fiyatlar şehir merkezindeki mağazalara göre daha uygun ve bazı eşyalara Türkiye'ye göre oldukça komik rakamlara alabiliyorsunuz. 



1. GÜN: 28 KASIM 2019



Seda'yla ilk gün Chicago Adliyesi'nin önünden çıktık. Orada instagrama  bir story atmıştım, meslek kuralları gereği birazdan Chicago Baro Başkanı ile görüşüyoruz sağolsun bize randevu verdi diye. Türkiye'ye dönünce anladım ki, bunu gerçek sanan arkadaşlarım olmuş bana görüşmeniz nasıl geçti diye soranlar oldu :D



Bugün Thanksgiving Günü olduğu için şehirde Thanksgiving yürüyüşü vardı. Şehrin en işlek caddesi kapatılmış ve Karnaval gibi kutlamalar vardı. Chicago'da ilk günümde bu gösteriye denk gelmek oldukça güzeldi. Yayalar kaldırımdan gösterileri izliyorlardı. 
                               



                                                 

                                                 

                                                  

                                                   
                                         

 



Bizde Seda'yla gösterileri izledikten sonra şehrin meşhur parkı olan Millennium Park'a gittik. Noel'e yaklaşılıyor olması sebebiyle buz pateni pisti de kurulmuştu ve dev çam ağacı da hemen yanıbaşındaydı. Orada hemen yeni yıl ruhuna bürünmüştüm. Millenium Park, Michigan Gölü ve Michigan Bulvarı arasında yaklaşık 100 dönümlük bir park. Chicago'nun simgesi olan aynalı yapı "Bean" yani Fasülye'dir. Bölgenin en çok turist çeken yapısı olmayı başaran Cloud Gate, sahip olduğu şekil sebebiyle Fasulye olarak adlandırılmaktadır. Yapımında tam 168 adet paslanmaz çelik kullanılan  Cloud Gate, kısmen ayna görevi görecek bir malzemeden imal edilmiştir. Bu yapı, heykeltıraş Anish Kapoor tarafından dizayn edilmiş ve beklenenin aksine çok fazla ilgi görerek bir heykele dönüşmüştür.

BEAN:

                  



                                  

                 



                                             


                                         


                                           





Dünyaca ünlü Art Institute of Chicago Müzesi'de burada bulunuyor. 



Seda'yla bu parkta da baya vakit geçirdikten sonra artık yavaştan üşümeye başlamıştık.  

Amerika'ya gidince her zaman ilk sırada gitmek istediğim bir kaç mekan vardır. Cheesecake Factory ve Magnolia Bakery gibi :D Artık soğuk içimize işleyince kendimizi Magnolia Bakery'e attık. Burada  kahve ve banana puding ve cupcake keyfi muhteşemdi. Uzun zamandan sonra Magnolia Bakery'e kavuştuğum için mutlu oldum. Bu sene Magnolia Bakery İstanbul'a açılacakmış diye duydum.  Chicago'da bulunduğum 5 günde buraya da 2 kere geldim. 


                                  



Bugün Şükran Günü olduğu için mağazalarda kapalıydı. Ancak mağazalar gece açılmaya başlıyordu ve asıl alışveriş çılgınlığının yaşandığı gün Black Friday sırası bu gece oluşmaya başlıyordu. Seda'yla tüm gün sokaklarda gezdik. Chicago'da geçen pek çok film-dizi var. Çoğunda Chicago yazısının olduğu yanardönerli billboardu görürsünüz. İşte burası meşhur Chicago Tiyatrosu. Aynı zamanda Chicago'nun fotoğraf noktalarından birisi. Chicago'da yaklaşık 200 civarında tiyatro varmış. Bu da sanata ne kadar fazla değer verildiğinin çok basit bir göstergesi. Chicago Tiyatrosu Dünyanın en ünlü tiyatrolarından birisi ve 1921 senesinde inşa edilmiş. Chicago Tiyatrosunun önündeki billboard turistik bir fotoğraf noktası niteliğinde. Hele gece o aydınlatmayı görünce niyeyse kendinizi Amerikan filmlerinden izlediğimiz tanıdık sahnelerin içinde hissediyorsunuz. 


                                    




                 YURTDIŞINDA METROYA BİNİNCE MUTLU OLAN BEN :D




                                   



Riverwalk denilen kısım ise eminim yazın oldukça güzel oluyordur Burada kendimi Dubai Marina'da hissettim. Chicago Nehri şehrin tam göbeğinden geçiyor, Burada aynı zamanda Chicago manzarasının keyfini çıkartacağınız yerlerden. Burada tekne turu yaparak, mimari yapılar hakkında bilgi edinebilirsiniz. Nehrin kenarında yürüyüş yolu mevcut ve ayrıca etrafından  pek çok cafe-lokanta var. Apple Store'da burada yer alıyor ve çok güzel manzarası var. Şayet internetiniz yoksa Apple Store'un içinde yer alan nehir manzaralı merdivenlere kurulun ve internete girin :) Burada bulduğum ihtişamlı yapılardan birisi Trump Towers'dı.


                                 
                    

                     

Seda'cım bana hoş bir sürpriz yapmış ve Chicago'nun meşhur Hancock Tower'ın 96. Katında yer alan 360 Chicago'da yer ayırtmıştı. Burası size Chicago manzarasının panoramik görüntüsünü sağlıyor. Resmen bulutların üzerindesiniz. Yemekler efsaneydi. Size burası hakkında da bir tüyo vereyim. Mutlaka tuvaletine gidin. 360 Chicago'dan bence en güzel fotoğraflarını buradan yakalayacaksınız.









                                 
Daha sonra tekrar caddelerde kaybolup gezip tozduk, bol sohbet ve bol kahkaha eşliğinde hafif donarak :)


GIORDANO'S: 
Deep Dish Pizza'nın anavatanının da Chicago olduğunu mutlaka belirteyim. Burada meşhur olan bir kaç tane deep dish pizzacı var. Seda beni akşam yemeği için Giordano's  isimli mekana götürdü. Amerika'da en hasta olduğum olay, bir lokantada yemek yiyebilmek için sırada beklemek. Seda bana burada başka zaman yaklaşık 1 saat civarında sırada beklenildiğini belirtti. Biz şansımıza yaklaşık yarım saat bekledik ve yeni yıl süslerinin olduğu yerin kenarındaki masada oturduk. Farklı deep dish pizza çeşitleri var. Ben tercihi Seda'ya bıraktım. Biz ortaya "Cheese Deep Dish" aldık. Benim hayatımda en sevdiğim yemekler kesinlikle pizza ve makarnadır. Deep Dish tek kelime ile enfesti. Bundan önceki yediklerim pizza değilmiş diye düşünmeye başlıyorsunuz :) Biz Michigan Avenue'ye yakın olan E Superior St.'de yer alan Giordano's a gittik.







 Ordan çıkışta da Giordano's 'un yan tarafında yer alan Peninsula Hotel'in altında yer alan cafe- Bar'da takılmaya devam edebilirsiniz.








Şimdilik Dünya'nın en büyük Starbucks'ı 15 Kasım 2020'de Chicago'da açıldı: 
Starbucks'ta kahve içmeyi nedense çok severim. Ben gitmeden tam 2 hafta önce Dünya'nın en büyük Starbucks'ı Chicago'da Michigan Avenue'da açıldı. Burdan da çıkışta Starbucks'a gitsek mi diye düşünmüştük. Ama Starbucks'ın önündeki sırayı görünce  şok oldum. Artık gece olmuştu ve Starbucks'a girebilmek için sırada bekliyorsunuz. Tam Black Friday öncesi baya kalabalıktı ve başka bir gün buraya gelmeye karar verdim.
Michigan Avenue'de mağazalar gece geç saatte ertesi gün Black Friday için açılmaya başlamıştı. Bir iki mağazaya baktıktan sonra alışveriş yapsam mı diye düşünürken alışveriş olayını Black Friday gününe bırakmaya karar verdim :)

                         
BLACK FRIDAY SIRASI BAŞLADI :)





2. GÜN:  29 KASIM 2019


Bugünü yani Black Friday gününü alışveriş için ayırdım. Bugünkü kurtarıcım Mirsada idi. Abimin en yakın arkadaşı Erdem Abi ve eşi Mirsada Chicago'da yaşıyorlar. Sağolsun Mirsada bugün tüm gününü bana ayırdı. Normalde arabasız gitme imkanım bulunmayan yerlere (şehrin biraz dışı) onun sayesinde gittim ve Chicago'nun değişik yerlerini böylece görme fırsatına eriştim. Mirsada'ya alışveriş kısmını kaçırmak istemediğimi belirttim ve onla öğlen buluşma kararı aldık. Ben Gap ve Skechers'i sevdiğim için, Chicago'ya gitmeden önce outlet araştırması yapmıştım.

GAP OUTLET: 
Burası Seda'nın evinden tek otobüs ve tek metroyla ulaşılabilecek mesafedeydi. Sabah kahvaltıdan sonra ilk iş Gap Outlet'e gittim. Metroda Logan Square istasyonundan indiğinizde yaklaşık 5 dakika yürüdüğünüzde (adres: N Milwaukee Avenue)  kendinizi Gap Outlet'te buluyorsunuz. Normalde bu mağaza sabah 10'da açılıyormuş ama şansıma Black Friday günü olduğu için daha erken açılıyormuş. Böylece oraya gittiğimde hemen mağazaya girip alışverişe başladım. Fiyatlar Türkiye'ye kıyasla (tabi outlet olması sebebiyle) makuldü.O gün Black Friday olduğu içinde özel kampanyalar yapmışlardı.  Amerika'ya gitmeden önce buradaki GAP'ten bir sweatshirt beğenmiştim ama iyi ki almamışım. Aynısını orada daha makul fiyata görünce hemen aldım. Oradaki GAP çok büyük ve Türkiye'de mağazalarda bulunandan çok daha fazla kıyafet çeşidi vardı. Chicago'ya gidip, GAP alma niyetiniz varsa kesinlikle burayı tavsiye ederim. Buradan yaklaşık 5 büyük poşetle çıktım

SKECHERS: 
GAP Outlet'ten sonra sıra Seda'nın bana tarif ettiği Skechers Outlet'e gelmişti. Logan Park'tan metroya binip Irving Park'ta indim. Oradan otobüsle Skechers Outlet'e gittim. (adres: Irving Park Road) Skechers Outlet'e girince ben şok :D Yani bıraksanız tüm gün burada gezilir. Mağaza oldukça büyük ve çeşit sayısını anlatmakla bitmez. O gün Black Friday olduğu için de ekstra indirimler yapmışlardı. Valiz kilosu hakkımda sınır olmasa eminim çok daha fazla ayakkabı alırdım. 



Mağazada gezerken bir reyonda karşıma Mirsada çıktı. Bana sürpriz yapmış ve mağazada beni bulup tam karşıma çıktı. Sağ olsun sıkılmadan (sıkıldıysa da bana çaktırmadı :D ) benimle Skechers mağazasında baya gezdi. Buradan da yaklaşık 5 poşet ayakkabıyla çıktım.


Skechers'dan çıktıktan sonra bir de yan tarafında ne göreyim yanında T.J.Maxx mağazası var. Şayet Amerika'daydanız  marka ürünleri Macys'den vs. pahalı almadan önce bir de T.J.MAxx veya Marshalls'a bakın. Burada daha makul fiyata denk gelmeniz olası :) Buradan da alışveriş yaptıktan sonra elimde yaklaşık 15 poşetle yürüyemiyordum. Mirsada olmasaydı ben o kadar poşetle napardım bilmiyorum.

Tüm poşetleri Mirsada'nın arabasının arkasına doldurduk ve gezmeye başladık.

BAHAI HOUSE OF WORSHIP:

Chicago'ya turist olarak gelen çoğu kişi burayı bilmiyordur veya gitmemiştir. Benimde daha önce bir fikrim yoktu. Mirsada beni farklı yerlere götürmek istediğini belirtmişti. İyi ki de öyle olmuş. Alışılagelmişin dışında bir yer görmek istiyorsanız burayı ziyaret edin. Bahai dinine ait bu tapınak Kuzey Amerika'daki tek Bahai Tapınağı'dır. Nefes kesici bir manzarası bulunmakta olup, muhteşem bir bahçe ile çevrilidir. Tapınakta oldukça sessiz olmak durumundasınız ve fotoğraf çekmenin de yasak olduğunu belirteyim. İnsanlar meditasyon yapmak , dua etmek için gelmişlerdi. Artık hava karardığı için ve hava kararmadan önce Evde Tek Başına'nın evini görmek istediğimden dolayı Mirsada ile burada çok fazla vakit geçirmeden tekrar yola çıktık.



                           


                           



EVDE TEK BAŞINA-HOME ALONE HOUSE: 

Hangimiz çocukken Evde Tek Başına filmini izlemedik ki? Bahai Temple'dan Evde Tek Başına Evi'ne doğru yolculuk ederken sanki Amerikan filmlerinin içinde seyahat ediyordum. Sokaklar birbirinden güzel sağlı-sollu villalar ile doluydu. Ve işte sonunda Evde Tek Başına Filmi'nin çekildiği evdeydik. Bizim gibi evi görmeye gelenler sokağa arabayı parkedip, evin önünden fotoğraf çektiriyorlardı. Bizde hemen arabayı sağa çekip, fotoğraf çekildik. Bu film 1990'larda çekilmiş olmasına rağmen henüz popülaritesini yitirmemiş olacak ki, fotoğraf çektirmeye gelenler vardı. Evin içine girilmiyor, müze haline getirilmemiş. İçerisinde oturan bir aile var. Google'dan yaptığım bir araştırmaya göre bu ev bir kaç sene önce astronomik bir rakama satılmış. Bu kadar ünlü bir evde oturulmak istenir mi bilemedim. Düşünsenize her gün insanlar evinizin önünde poz veriyor.


                 


                          


                       
Home Alone House'dan sonra Mirsada ile kahve keyfi yaptık.




                   


BEST BUY: 
Amerika'da meşhur olan elektronik mağazadan birisi de Best Buy. Şansıma şehrin içindeki Best Buy Mağazası ben gitmeden kısa bir süre önce kapanmış ve şehrin dışındaki mağaza açıktı. Mirsada sağolsun beni oraya da götürdü. Black Friday gecesi Best Buy oldukça hareketliydi. Bana sipariş edilen Gopro şansıma o gün biraz daha indirime girmişti ve onu da bu vesileyle almış olduk.

WESTFIELD OLD ORCHARD: 
Erdem Abi'yle akşam burada buluşmak için sözleşmiştik. Amerika'da özlediğim lezzetlerden birisi yukarıda da bahsettiğim üzere Cheesecake Factory. Cheesecake'leri ve Hamburgeri efsane. Westfield Old Orchard açık hava alışveriş merkezi. Black Friday gecesi olduğu için oldukça kalabalıktı ve etraf yeni yıl süsleriyle süslenmişti.

                           

                          


Mirsada ile mağazaları gezdikten sonra yemek için Erdem abiyle Cheesecake Factory'de buluştuk. Ankara ekibinin Chicago'da buluşacak olmasını 40 yıl düşünsem aklıma getirmezdim. Cheesecake Factory'de en sevdiğim çilekli cheesecake ve Cheeseburger. 

                                   

                        

Geç vakte kadar burada vakit geçirdikten sonra beni sağolsunlar Seda'ya bıraktılar. Onlar olmasa 15 poşetimle ne yapardım düşünmek bile istemiyorum :D Erdem abi&Mirsada her şey için tekrar teşekkürler :) 

3.GÜN: 30 KASIM 2019

Seda'cım sağolsun onda kaldığım müddet boyunca elimi sıcak sudan soğuk suya değdirmedi. Bu sabah bana çok mükellef (tam anlamıyla Amerikan kahvaltısı) hazırladı. Hepsi oldukça lezizdi. Tekrar teşekkür ederim. Burada eğlendiğimiz diğer bir husus Seda'yla çamaşırhane -laundry maceramızdı. Yurtdışında çoğu evde çamaşır makinası bulunmuyor ve şayet şanslıysanız binanızda çamaşırhane bulunuyor. Şanslı değilseniz binanızda çamaşırhane yoksa çamaşır yıkamak için mecburen istikamet başka yöne. 

Kahvaltıdan sonra çamaşır sepetimizi doldurup, çamaşırhaneye gittik. Burada Seda'yla baya eğlendik ve hatta burada ikimize özel bir şarkı bile yarattım. Çamaşırlar için 1 USD, kurutucu için de 1 USD atıyorsunuz. Amerika'da yaşayanlar için 1 USD gayet sembolik bir rakam bence. Artık her nerde, o şarkıyı duyarsam aklıma Seda ve çamaşırhane gelecek :) 

Çamaşır işimizi de hallettikten sonra şehre indik ve ne yapsak diye düşünürken haydi China Town'a gidelim dedik. China Town'u New York'ta ki gibi daha büyük hayal etmiştim. Tabi o zamanlar henüz Korona yoktu :D 

CHINA TOWN: 

China Town'da irili ufaklı dükkanları gezdikten sonra her ne kadar tok olsak ta yemek kokularına daha fazla dayanamadık  ve  kendimizi bir Çin lokantasında bulduk. Burası da çok eğlendiğim diğer anlardan birisiydi. Çin Lokantasına gidip ismimizi yazdırdık ve 20 dakika dışarıda dolandıktan sonra tekrar lokantaya geldik. Garson bize 2 kişi mi oturmak istediğimizi yoksa masamızı başka birileriyle paylaşıp-paylaşamayacağımız hakkında soru sordu. Bizde olur paylaşırız dedik. Garson kendisini takip etmemizi istedi ve bizi üst kata çıkardı. Kendimizi bir anda 10 kişilik yuvarlak bir masada bulduk. Ortam biraz düğün salonlarını andırıyordu :) Sonra kendimizi Çin düğününde bulduk diye baya espri yaptık. Gittiğimiz restaurantın adı hemen Çin Kapısının girişinin arkasında ilk sırada olan Triple Crown Restaurant'tı. Masada benim yanımda bir adam vardı. Onun yanında eşi ve çocukları. Masanın diğer tarafında ise bir kadın ve kızı. Yemekler yoğunluktan biraz geç geldi. Yanımdaki adam da yemeklerin sürekli fotoğrafını çekiyordu. Adama ne iş yaptığını sordum ve daha sonra ailesiyle birlikte sohbete başladık. Türkiye'den 5 günlük tatil için geldiğimi duyunca inanamadılar ve kendileri de meğerse ilkbaharda İstanbul'a gelmişler. Yanımda oturan kişinin ismi Steve Dolinsky'di. Kendisinin instagram hesabı da @stevedolinsky . Kendisi yemekler hakkında raporlama yapıyor ve televizyonda da programları var. Bir çeşit gurme diyebiliriz. Ben niyeyse Quick China'da yediğim yemekleri sevdiğimden buradakiler beni pek açmadı. Ama eminim asıl Çin yemeklerini sevenler için oldukça lezzetli geliyordur.




China Town'dan sonra tekrar şehir merkezinde geldik ve gezdik. Black Friday'in bir gün sonrası Cumartesi günü olduğu için alışveriş caddeleri oldukça kalabalıktı. Macy's mağazasında gezdik ve en üst katta yer alan yeni yıl ağacının olduğu süslemeleri görmek için restaurantın bulunduğu alana gittik.







GERMAN CHRISTMAS MARKET:

Aralık ayının başı olduğu için,  Almanya'da Noel zamanı en sevdiğim olan Noel pazarı Chicago'da da kurulmuştu. (Washington metro durağında)  Üstelik Christkindlmarket ismiyle. Cumartesi akşamı hava kararmaya yakın buraya gidip, ufak kulübelere göz attık. Noel pazarından gelen leziz yemek kokularından insanın acıkmaması mümkün değil. Artık iyice üşümeye başladığımız için bizde atıştırmalık yemekler yedik ve sıcak içeceklerden aldık.





GREEN MILL COCTAIL LOUNGE: 


Chicago Jazz müziğinin şehri olarak nitelendirilmektedir. Chicago'da Amerika'nın en eski ve en ünlü jazz kulübünden Al Capone 'nin sürekli geldiği mekan olarak anılan mekanda jazz müzik dinlemek paha biçilemez bir andı. Galiba hayatımda ilk kez dinlediğim jazz müziğin böylesine özel bir mekanda dinlemiş olmak ayrıcalık olsa gerek. Green Mill Coctail Lounge -Jazz Klubü, Chicago Uptown'da bulunan bir eğlence mekanıdır. Burası caz ve şiir performansları ile meşhur olup, mafya tarihi açısından da önemliymiş.





 Okuduğum kaynaklardan edindiğim bilgiye göre de; burası 1907'de açılmış ve 1920'lerde Al Capone'un ekibinden birisi ortak olunca sürekli olarak onlara da ev sahipliği yapmaya başlamış. Burası Chicago'nun hatta Amerika'nın en uzun süredir işletilen caz kulübüymüş.  Chicago'ya yolunuz düşerse bir jazz gecesini mutlaka burada geçirin.  Girişte barın arka tarafındaki masada Al Capone'un masasını da görebilirsiniz. Eskiden mafyalar kaçacağı zaman mekanın alt tarafından kaçıyorlarmış, orada labirent olduğu söyleniyor. Gitmeden önce web sayfasından o hafta hangi grubun çıkacağını kontrol edebilirsiniz. http://greenmilljazz.com/


                   



Şehir merkezinden Red Line metrosunu kullandığınızda, Lawrence durağında inerseniz, Green Mill'e çok yakın olacaksınız. Biz metrodan indiğimizde acayip bir yağmur başladı ve Seda ile koşa koşa mekana girdik. Mekana rezervasyon yapılmıyor. Girişte kişibaşı 15 USD  giriş ücreti ödüyorsunuz. Mekan kredi kartı kabul etmiyor. Yanınızda bu sebeple mutlaka nakit para bulundurun. Biz jazz performansından yaklaşık 45 dakika önce geldiğimiz için mekan daha boş sayılırdı. Sahnenin  önündeki masa boş olunca Seda'yla oraya oturduk. Grup çıkana kadar mekan doldu, hatta insanlar ayakta izlemeye başladı. Ben mekanın bu kadar dolacağını düşünmemiştim. Oturduğumuz yer süperdi. Grup tam önümüzde çalıyordu. Bizim olduğumuz gün Jerry Weldon ve  Dave Schumacher performans sergiledi. Jazz performansını izlerken sizde Green Mill'in meşhur kokteyllerini yudumlayabilirsiniz. 



4.GÜN: 1 ARALIK 2019


Bugün Pazar günü olması sebebiyle ve bir önceki gün oldukça gezip yorulduğumuzdan biraz geç kalktık. Seda bana yine mükemmel bir kahvaltı hazırladı. Fıstık ezmesi zaten niyeyse bana hep Amerika'yı hatırlatır. Fıstık ezmesi, avokadolu, değişik omletleri unutmayacağım :) Seda'nın bugün halletmesi gereken işleri olduğu için ben öğleden sonra evden çıktım ve Seda'yla akşam buluşmaya karar verdik. Ben bugün yine Michigan Avenue'ye gittim ve mağazaları gezdim. River Walk'ta da gökdelenlerin arasından yürüyüş yaptım. 



NAVY PIER:



Merkezden 95th Red Line Otobüsüne bindiğinizde son durak Navy Pier oluyor. Ben gittiğimde yağmur yağıyordu. Burası Michigan Gölü'nün kenarında 1010 metre uzunluğunda bir iskele aslında. İskelenin  bir kısmında kocaman bir alışveriş merkezi, botanik bahçe, Chicago'yu tepeden gören dönme dolap bulunuyor. Burası eminim yazın çok keyifli ve kalabalık oluyordur. İskelenin en başına kadar yürüdüm. Tam ordayken acayip yağmur bastırdı. Michigan Gölü'nün suları ve yağmur birbirine geçmişti. İskelenin uç kısmına doğru yürürken inşaat vardı. Oraya bir otel inşa ediliyordu. İlerleyen senelerde Chicago'ya yolu düşenler, bu oteli düşünebilir. Manzarası oldukça güzel. Yazın buradan tekne turları da eminim oldukça keyifli olacaktır. Burada festivaller de düzenleniyormuş. Alışveriş merkezinin içinde yeme-içme mekanları da var. Benim buraya gelmem de ki diğer bir sebep Amerika'da yer alan diğer bir yeme-içme zinciri olan Buppa Gump'a gelmekti. 

                      


                   












 BUPPA GUMP SHRIMP CO.:



Buppa Gump Shrimp Co. ,Navy Pier'in önünde yer alan alışveriş merkezinin girişinde hemen sağda. Burası isminden de açıkça anlaşılacağı üzere Karides Lokantası Zinciri. Birbirinden leziz karides yemeklerini deneyebilirsimiz. Ben Cheese & Shrimp'i denedim oldukça lezizdi. Yanında da bir meyve kokteyli aldım. Buranın bardakları da oldukça meşhur. Kokteylleri farklı farklı bardaklarda getiriyorlar. O bardak şu anda benimle. Bana gelen bardak yanar döner ışıklı bir bardaktı. 



Forrest Gump filmini izleyenler bu lokantayı  bilecektir. Lokantanın her tarafında Forrest Gump filminin afişleri ve sözleri mevcut. Aynı zamanda filmde gördüğünüz eşyaları da satın almanız mümkün. Her masada metal bir tabela  mevcut. Tabelayı "Run Forrest Run" olarak çevirirseniz garson masanıza geliyor, "Stop Forrest Stop" olarak çevirirseniz garson masanıza gelmiyor. 



Forrest Gump filminde en sevdiğim repliklerden birisi "My mom always said life was like a box of chocolates. You never know what you're gonna get." Bu sözün bulunduğu ürünleri de satın almanız mümkün. 






                                   








Yemekten sonra tekrar downtowna indim ve şehirde gece turu yaptım. Seda'yla Lincoln Park'ta buluşma kararı aldık.


                 




APPLE STORE CHICAGO:





LINCOLN PARK:



Lincoln Park Chicago'nun en büyük parkı. Yeni yıl vesilesiyle bu park süslenmişti ve geceleri ışık- müzik gösterisi oluyordu. Seda benim yüzümden bu gece hasta olacaktı. Şimdiden tekrar sorry :) Bu gece hava oldukça soğuktu ve esiyordu. Hava durumu yanılmıyorsam -5 derece falandı. Burada Google maps'in azizliğine uğradım. Lincoln Park'ta buluşalım deyince bende Google map'e Lincoln Park yazdım ve Lincoln Park'e giden metroya bindim. Metrodan inince Seda'yla mesajlaştık ve bana konum attı. Benim bulunduğum yerle Seda'nın bulunduğu yer yaklaşık olarak 20 dakikalık yürüme mesafesindeydi. Meğerse benim indiğim yer Lincoln Park semtiymiş. Seda bana soğuktan dolayı şarjının bitmek üzere olduğunu bildirdi, kendisi bana bulunduğu yerin fotoğrafını attı. Orada kapalı mekan bulunmadığı için de açıkhavada beni beklediğini söyledi Bende o soğukta 20 dakika yürüyerek Seda'yı bekletemeyeceğim için hemen uberden taksi  çağırdım. Ama taksi neredeyse 15 dakikada geldi. Seda bana telefonunun kapanmak üzere olduğu mesaj attı. Neyse taksiden indim ama Seda'nın telefonu kapanmış. Taksiden indikten sonra anladım ki, park devasa bir alan. Seda'ya da ulaşamıyorum. Yeni yıl için park süslendiğinden görevlilere Seda'nın bana gönderdiği fotoğrafı gösterip, burasının parkın neresi olduğunu sordum. Görevlilerden hiçbirisi bana yardımcı olamadı çünkü hiçbirisi yeri bilmiyorlardı. Artık o buz gibi havada parkta Seda, Seda diye dolanarak koştum :D Son anda Seda neredeyse donmak üzereyken onu buldum. 



Parkta büyük bir hayvanat bahçesi bulunuyor. Şayet çocuklarınızla Chicago gezisi yapıyorsanız buraya gelmenizi tavsiye ederim. Daha sonra parkta yaklaşık olarak bir saat yürüyüş yaptık. Her tarafı noel-yeni yıl için süslenmişti, ışık ve müzik gösterisi vardı. Yeni yıl zamanında yolunuz Chicago'ya düşerse Lincoln Park'ı mutlaka ziyaret edin. O gece galiba Chicago'da bulunduğum en soğuk geceydi. Park sonrası ikimizin de otobüse yürürken donmak üzere olduğumuzu hatırlıyorum. Hatta otobüs gelmeyince donmayalım diye bir sonraki durağa yürümeye başlıyorduk. Duraklar arası mesafe çok yakın olduğu için otobüsü görür görmez yakalayabilirdik :) 




                          






 



                    
5.GÜN: 2 ARALIK 2019




Nasıl her güzel şeyin bir sonu varsa,  bugün de Chicago'da son günümdü. Bugün Seda'nın ev arkadaşı Begüm Ankara'dan Chicago'ya gelmişti. Onunla bu sabahın çok erken saatinde evde tanışma fırsatına eriştik.  Sabahın galiba 6'sında Begüm'le  hızlı hızlı konuşmama Begüm de şaşırmıştır. :) Bu vesileyle tekrar tanıştığımıza çok memnun oldum Begüm'cüm. 




Seda'yla birlikte downtowna indik ve öğleden sonra buluşmak için sözleştik. 












Son alışverişlerimi yaptım. Diğer taraftan valizlerim patlamak üzere olduğundan acaba kilo sınırını aşacak mıyım diye bir korku vardı :) Amerika'ya gelince bir klasiktir Iphone almak. Her ne kadar son senelerde işletim ücretlerinden dolayı pek cazip olmasa da, son günümde yani Cyber Monday'de River Walk'ta yer alan çok güzel manzaralı Apple Store'a gittim ve neredeyse 1-2 saatlik kararsızlık aşamasından sonra tüketim çılgınlığına yenilerek yeni çıkan Iphone 11'den aldım.  Son günüm olduğu için hızlıca yine T.J.Maxx Mağazası, Marshalls, Ross ve Macy's turlarımı atarak son alışverişleri yaptım.  Keşke daha az eşya getirseydim, daha çok alışveriş yapsaydım diye pişman oldum :)




DÜNYA'NIN EN BÜYÜK STARBUCKS'I: STARBUCKS RESERVE  ROASTERY CHICAGO 
Daha önce sıradan dolayı girme imkanım olmayan Dünya'nın en Büyük Starbucks'ına da bugün gitme imkanına eriştim. Starbucks Reserve Roastery N Michigan Avenue'de yer alıyor. Buradaki Starbucks 4 katlı. Her katı boydan boya camla kaplı. Giriş katta İtalyan lezzetleri -tatlılarını denemeniz mümkün. En üst katta da değişik kokteyllerden yaptırabiliyorsunuz. Bende güzel bir kahve alıp, cam kenarına kuruldum. 










CAFE CENTRAL PERK: FRIENDS DİZİSİ: 



Yine Michigan Avenue'de Friends dizisindeki karakterlerin sürekli takıldığı Central Perk'ün bir kopyası Michigan Avenue'de bulunuyor. Kafedeki objeler arasında dizide gördüğümüz Central Perk kafesindeki büyük turuncu koltuk ta var. 








CHICAGO INSTITUTE OF ART:


Nasıl Paris'te Louvre Müzesi olmazsa olmazlardan ise Chicago'da da bu müze olmazsa olmaz. Bu müzede dünyanın en ünlü ressamlarının tablolarını ziyaret etme şansına erişebilir, ayrıca içerisinde pek çok tarihi eseri barındırıyor. Burası oldukça büyük bir müze. Klasikleşen Van Gogh-Monet vb. ressamlarının eserlerini de görebilir, çağdaş ve modern sanat kısmında da Koons veya Warhol'ün eserlerine ulaşabilirsiniz. Benim beğendiklerim Grant Wood'un American Gothic,(1930'da yapılan eseri) Vincent Van Gogh'un The Bedroom 1889'da yapılan eseri, Edward Hopper'in 1942'de yapılan Nighthawks isimli eserleri oldu. 
Chicago Institute Of Art Millenium Park'ın hemen yan tarafında yer alıyor. Müzeye giriş ücreti 25 USD. Sanata ilgiliyseniz ve  vaktiniz varsa buraya uzun bir süre ayırmanızı tavsiye ederim. Burası Dünya'da ziyaret edilmesi gereken ilk 10  müze içerisinde yer alıyor. 



Chicago'dan ayrılmadan önce Erdem Abi'yi ziyarete Chicago Başkonsolosluğu'na gittim. Başkonsolosluk River Walk'un hemen yan tarafında NBC Tower'da yer alıyor. Apple Store'a yürüyerek 2 dakikada ulaşabiliyorsunuz. NBC Tower'a geldiğinizde resepsiyondan Konsolosluğa gitmek istediğinizi belirttiğinizde pasaportunuzu resepsiyona okutup, size bir kağıt veriyorlar ve Başkonsolosluğun bulunduğu kata çıkıyorsunuz. Başkonsolosluk gökdelenin üst katlarında yer aldığı için boydan boya güzel bir Chicago manzarası da sizi bekliyor. 




Michigan Avenue'de yer alan Inter Continental Otel'de Tarzan filminde sahnelerin burada çekilmiş olması sebebiyle önemli bir yere sahip Otelde bazen turlar düzenlendiğini duydum ama ben katılmadığım için bilemiyorum. Inter Continental Otel'in giriş katında da Michael Jordan Steakhouse bulunuyor. 



Artık yavaştan Seda'yla buluşma ve Chicago merkezden ayrılma vakti gelmişti. Tekrar Magnolia Bakery'e gittim ve kendime Banana Puding ısmarladım. Daha sonra Seda'yla buluşmak için önceden sözleştiğimiz üzere Meksika Lokantasına gittim ve Seda'nın bana ısmarladığı birbirinden leziz tacolara gömüldüm :) 



NOT: 



a-) GARRETT: Chicago'da meşhur olan 2 şeyin de olduğunu yazımı bitirmeden belirteyim. Garrett Chicago'da çok meşhur bir popcorncu. Adeta bir Chicago markası ve klasiği haline gelmiş. Chicago'da Garrett'in şubelerini göreceksiniz ve mutlaka bu popcornlardan deneyin.  https://www.garrettpopcorn.com/



Garrett Karışık, Karamelli, Peynirli, Badem Karamelli, Yağlı gibi değişik çeşitleri mevcut. Mutlaka denemenizi tavsiye ederim :) 



b-) Hot Dog: Chicago Usulü Hot Dog'ta şehirde önemli bir yere sahip. Çoğu köşede göreceğiniz Hot Dog kiosklarından da hot dog deneyebilirsiniz. 



Artık Chicago Downtown'dan eve valizleri almaya  geldikten sonra  korktuğum şeyle yüzleştim. Kaç gündür yaptığım alışverişi 2 valize sığdırabilecek miydim :D Tüm aldıklarımı resmen itekleyerek valizlere sığdırmaya çalıştım. O sırada valizin birisinin fermuarı da bozuldu. Seda'yla birlikte zorla itekleyerek sığdırdık valizi. Seda'yla bu valizlerin kilo sınırını aşıp-aşmadığı hususunda sürekli sohbet ediyorduk. 



Yağmurlu bir Pazartesi gecesi Chicago'dan ayrılmak üzere Seda'yla vedalaşıp ubere bindim. 



Çoğu zaman şarkıları bir olayla eşleştiririm. Uberle havalimanına doğru yol alırken "Let it snow" çalıyordu. Artık bu şarkıyı duyduğumda Chicago'ya vedam aklıma gelecek, eminim. Havalimanına iner inmez artık bankoya gittim ve heyecanla beklediğim valizlerimi teslim ettim. Acaba kilo sınırını geçmiş miydi. Ve bingo tam sınırdaydı. Bu duruma acayip sevindim ve Seda'ya hemen mesaj attım. Daha sonra hafif pişmanlık yaşamadım değil :P Keşke beğendiğim 1 kaç parçayı da satın alsaydım diye. Türkiye'ye gelince beğendiğim montun burada yaklaşık 3 katı olduğunu görünce daha da pişmanlık yaşadım :D 



Valizleri teslim ettikten sonra Münih uçağının kalkacağı perona gittim ve uçak kalkana kadar etrafa bakındım. Peronda sadece bir adam dikkatimi çekti. Adam istisnasız (uçağa binecekler çağrılana kadar) oldukça yüksek bir ses tonuyla tam 2 saat konuştu. İçimden de adama bakıp, bir insan bu kadar uzun ne konuşur diye düşündüm. Daha sonra uçağa bindim ve cam kenarındaki koltuğuma oturdum. Uçak tabii ki  devasaydı. Ve bilin bakalım koskoca uçakta ne oldu. Peronda içimden "bir insan niye bu kadar uzun telefonda konuşur" diye düşündüğüm adam koskoca uçakta yanıma oturdu :D Artık bu bir  enerjiyle bir insanı çekmek mi, bir işaret mi veya Murphy's Kuralı mı bilemedim:) Ve o adam  beni yanıltmadı uçak tekerlerini pistten ayırana kadar hosteslerin ikazına rağmen konuşmaya devam etti :D Daha sonra bana dönüp nereli olduğumu sordu Türkiye'liyim deyince ülkemizin ne kadar iyi durumda olduğundan bahsetti. Kendisi Pakistan'lıymış ve Münih'ten aktarmayla Karaçi'ye yolculuk yapacağını belirtti. Münih'e kadar uzun bir uçuş beni bekliyordu. 




Öncelikle 2019'un son zamanında bana bu güzel tatil yapma ve güzel anılar biriktirmeme vesile olduğu için arkadaşım Seda Arık'a  teşekkürü bir borç bilirim. (Biraz hatıra defteri gibi oldu :)) Cümle bozuklukları, imla hatalarım için de şimdiden affola. 



****Her zaman belirttiğim gibi hayat oldukça kısa ve yarının bile bize neler getireceğini asla bilemiyoruz. Bu yüzden hayattan tat aldığımız şeyleri yapalım, Farklı kültürler tanıyalım, farklı kişileri tanımaya fırsat verelim. Her bir tatil ayrı bir macera, ayrı bir serüven. Hayatta insanın yanına kar kalan tek şeyin seyahat etmek ve  gezip-gördükleri olduğunu düşünürüm. Hayat hiçbir zaman ertelemeye gelmiyor. Seda'yla daha geçen de konuştuğumuz gibi bir anda bilet alıp Chicago'ya gitmeyip, bu seneye bıraksaydım belki de bir daha hiç Chicago'ya gidemeyecek ve bu anıları biriktiremeyecektim. Malum 2020 senesinde Korona sebebiyle bırakın yurtdışına tatile gitmeyi, şu anda evden bile dışarı çıkamıyoruz. 



Her zaman dediğim gibi HAYAT GEZİNCE GÜZEL :)