29 Haziran 2015 Pazartesi

GÜNEY FRANSA: COTE D'AZUR


Eşim bu sene bana yeni yıl hediyemi çok önceden vermişti. Evlilik yıldönümümüze denk gelen haftadan sonraki tatili de değerlendirerek bana alınabilecek en güzel hediyeyi vermişti. Marsilya gidiş, Nice dönüş uçak bileti :)

19 Mayıs tatilinden de yararlanarak kendimizi Güney Fransa , Fransız Rivierası olarak adlandırılan bölgede yani Cote d'Azur'da bulduk. 

Eşim sadece uçak biletlerini almıştı, geri kalan tüm program, gezilecek-görülecek yerler, şehirler hepsi bana aitti. Bende 3-4 günlük çok yoğun bir program hazırladım. Normalde bir şehirde kalıp 1-2 gün sadece o şehri keşfederken bu sefer 3 günde Marsilya, Aix En Provence, St. Tropez, Cannes, Antibes, Nice, Eze, Monako-Monte Carlo olmak üzere toplam 8 yeri gezdik.Tabiki her şehri ayrıntısıyla gezmedik ama anılan yerlerin arabayla birbirine çok yakın olduğu gözetildiğinde o şehirlerde gezilmesi gereken ana yerlerin tümünü rahatlıkla gezdiğimizi belirtebilirim.

Şayet sizinde Güney Fransa planınız varsa size tavsiyem kesinlikle araba kiralamanız. Trenle uğraşmak ve bazı yerlere mesela  St. Tropez ve Vieux Eze'ye tren bulunmadığını hatırlatırım. Bu durumda otobüse binmek durumunda kalacaksınız bu da gereksiz yere zaman kaybına yol açıyor.

Yurtdışında araba kiralarken paranıza biraz daha kıyıp kesinlikle ek sigorta yaptırın. Bir de şayet arabayı aynı yerden alıp aynı yere teslim ediyorsanız araba kiralamanın fiyatı çok uyguna geliyor. Biz arabayı Marsilya Havalimanından alıp, Nice Ville Tren Garı'na teslim ettik. Bu durumda araba kiralama şirketleri ekstra tek yön ücretleri alıyorlar. Bu durumda araba kiralama daha külfetli oluyor. Ama ben bu kadar yeri kısıtlı zamanda görmek istediğimden dolayı araba kiralamaktan başka çözüm yoktu. 

Türk ehliyetlerinizle araba kiralamanız mümkün, bir sorun çıkmıyor. Araba kiralarken ayrıca pasaport bilgilerinizi ve Türkiye'deki adres bilgilerinizi de alıyorlar.

Araba kiralama işini daha Fransa'ya gitmeden önce hallettik. Pek çok araba kiralama şirketi web sayfasından yapılan rezervasyonlarda teminat alıyordu veya rezervasyonun iptal edilmesi durumunda belli miktar kesinti yapıyorlardı. Bende booking.com gibi son anda bile iptal edilmeyen rezervasyon web sayfası aradım. 

www.rentalcars.com gibi web sayfalarından arabayı kiralamak istediğiniz tarih aralığını yazıyorsunuz ve size en iyi alternatifleri çıkarıyorlar.

Ama ben rezervasyonumu www.budget.com dan yaptım. Çünkü bu web sayfası herhangi bir kesinti yapmıyordu. 

Yalnız ben şu olayı anladım bence size tavsiyem web sayfasından en ucuz olan arabayı kiralayın çünkü kiralama ofisinde biraz katakulle yapıp size başka araç teklifleri sunuyorlar. Biz GPS'li Fiesta kiralamışken, Marsilya Havalimanındaki görevli kadın bize bir anda BMW kiraladı. 

GPS için günlük yaklaşık 15-30 Euro aralığında bir kiralama ücreti alıyorlar. Bize verdiği BMW GPS'li olduğu için ayrıca bir GPS cihazı kiralamamıza gerek kalmadı. Ama görevli kadın orda yok şunu da alın bunu da alın derken bir bakıyorsunuz sizin web sayfasında ayırttığınız ücretten biraz daha fazla bir rakam çıkıyor. Neyse...

Marsilya Havalimanı gümrük kontrolünde ben geçtim, eşimin ise parmak izini ayrıca yine aldılar. Valizimizi de aldıktan sonra çıkış kısmında gözüm Budget aralama kiralama ofisini aradı ama bulamadım. Türkiye'den alışmışım genelde iniş terminalinde araba kiralama ofisleri bulunur. Araba kiralama ofisini aradım aradım bulamadım. Sonra orda cafede çalışan birisine sordum havalimanının açık otopark kısmında bu ofislerin bulunduğunu söyledi. Bizde doğruca valizimizle oraya gittik ve arabamızı kiraladık. 


1.GÜN: MARSİLYA - AIX EN PROVENCE:


MARSİLYA:

Arabayı alır almaz istikametimizi Marsilya'ya çevirdik. Marsilya Fransa'nın 2. büyük şehri. Ben hemen havalimanından aldığım haritaya baktım ve Marsilya Limanında - Vieux Port'ta yer alan Radisson Blu Hotel'in hemen yan tarafında otopark olduğunu gördüm ve GPS'e hemen Radisson Blu Hotel'in adını yazdım ve o rotayı takip ederek otoparka ulaştık.



Zaten  otoparktan çıktığınızda hemen Marsilya'nın simgesi olan Marsilya Vieux Port'ta oluyorsunuz. Marsilya hakkında pek olumlu yorum okuduğumu söyleyemem. Gitmeden önce yaptığım araştırmalarda Marsilya'nın tehlikeli olduğu, hırsızlığının çok olduğu, hatta kendinizi Fransa'dan çok Afrika- Arabistan'da hissedeceğiniz yazıyordu. Bu kadar kötü yorum olduğuna göre elbette vardır bir bildikleri ama anlatıldığı kadar kötü bir yer asla değilmiş.  Bu sebepler Marsilya'ya önyargılı gittim ama bu önyargım gerçekten de çok anlamsızmış. Marsilya tipik bir Akdeniz deniz kenarı şehri. Tabiki diğer gezdiğim Güney Fransa şehirlerinden apayrı bir yer ama buranın da kendine özgü bir havası var.


Eski Liman denilen kısımda baya bir yürüyüş yaptık ve kenarında yer alan mekanlardan birine eşimle konumlandık. Eski Liman'dan teknelere binip çevre yerlere gitmeniz de mümkün. Liman'da dikkatinizi dönme dolap çekecektir. Dönme dolaba binip Marsilya şehrini tepeden görmeniz mümkün. 



Yine ayrıca Marsilya Limanı'nda sanat var. Marseille Vieux Pavilion ismindeki sanat eseri Foster+Partners firması tarafından yaptırılmıştır. Eni 22 metre, uzunluğu ise 46 metre olan yapının altı, yani yeren bakan kısmı paslanmaz çelik materyale sahiptir. Bu sayede yapının alt kısmı büyük bir ayna görevi görüyor ve insanlara sonsuzluğu ifade ediyor. Bu yapının burada yer almasının ise çeşili sebepleri bulunmaktadır. Büyük Akdeniz limanlarından biri olan Vieux Port, Dünya Mirası listesine girdikten sonra yayalara yasaklaştırılan ve şehir hayatından uzaklaştırılan bir yer olmasıdır. Bu alanın tekrar yayalaştırılması ise 2013'te oluyor. Trafik bir nebze de olsa azaltılmış ve yayaların yürüyebileceği alan daraltılmış olduğu için böyle bir çalışma yapılmasına karar verilmiştir. 2013 yılında Avrupa Kültür Başkenti'nin Marsilya olduğunu da belirteyim. 




Yine liman kenarında pek çok tezgah göreceksiniz . Liman'dan alışveriş caddesi olan La Canebiere  caddesine doğru yürüdüğümüzde ufak bir pazar vardı. Buradaki tezgahlarda sabunlar satılıyordu.

Zaten Marsilya & Aix En Provence = Lavanta+ Sabun cenneti demek. Buraya gelmişken mutlaka sabun ve lavanta satın alın.





Daha sonra La Canebiere caddesinde dolandık. Caddede yürürken sağ tarafta atlı karınca göreceksiniz biz oradayken canlı performans vardı. 


Liman ve alışveriş caddesi gezimizi tamamladıktan sonra sırada Marsilya'yı tepeden gören  Notre Dame Katedralindeydi. Biz limandan oraya doğru yürüme gafletinde bulunmuşken sağolsun soğuk diye nitelediğimiz Fransız bir aile yardımımıza yetişti. Ben daha azıcık yokuş tırmanmışken nefes nefese kalmıştım. Orada Fransız birisine denk geldim ve Katedrale nasıl gideceğimizi sordum o da bize otobüs numarası söyledi. Ama bunu söyledikten 2 dakika sonra Fransız adam evinin Katedral'e yakın olduğunu, kendisinin de otoparka yürüdüğünü, arabasına onunla yürürsek isterse bizi de Katedral'e bırakabileceğini söyledi. Adamın yanında çok tatlı sarışın renkli gözlü bir kız ve erkek çocuğu vardı. Hallerinden güvenilir bir aile olduğu belliydi ve adamın teklifini kabul ettik. Fransız aile gerçekten de çok tatlıydı bizi Katedrale bırakırken evlerini gösterdi, Marsilya hakkında bilgiler verdi. Yani bizi bırakmasalar ben o yokuşta zaten can verirdim herhalde :D 

Bunlarda sevimli Fransız çocuklar: 





Şaka bir yana Katedral'in manzarası gerçekten de enfes. Şehri tepeden görüyor, bir tarafı deniz, bir tarafı liman, diğer tarafı şehri görüyor. Marsilya'ya gelmişken bu Katedrali sakın esgeçmeyin.





Zaten bilsek Katedrale arabayla gelirdik. Katedralin hemen yanında otopark olduğunu da belirteyim. 

Katedral tepede yer aldığı için oldukça esiyordu. Daha sonra yokuş aşağı inerek Liman tarafına geri geldik. Yokuş aşağı inerken sokak aralarında birbirinden çok tatlı cafeler-publar da göreceksiniz.



Yine Limanın bir arka caddesinde Hard Rock Cafe'nin de bulunduğu Cours Honore d'Estienne  d'Orves meydanında birbirinden güzel cafeler-lokantalar bulunuyor. Burayı da tavsiye ederim.



Marsilya gezimizi tamamladıktan sonra sırada merak ettiğim Aix En Provence vardı. Arabamızı aldıktan sonra GPS'imizi Aix en Provence'a ayarladık. Biz ceza yememek için hep hız kurallarına riayet ettik. Tabi diğer arabalar yanımızdan vızır vızır akıyordu

AIX EN PROVENCE: 

Yolu bu tarafa düşenlerin mutlaka uğraması gereken bir yer Aix en Provence. Aix en Provence tam bir üniversite şehri. Çoğu öğrenciler Fransızca öğrenebilmek için buradaki okulları tercih ediyormuş. Ama Aix en Provence asıl lavanta bahçeleriyle meşhur. Hani hep tablolarla mor lavanta bahçeleri görürüz ya işte onlar burada.


Aix en Provence, Cezanne'ın şehri olarak biliniyor. Her yerde fışkıran çeşmeler, geniş kaldırımlı caddeleri, mistik ara sokakları, lavanta kokuları ve daha pek çok şey.. Yani burası ziyareti kesinlikle hak ediyor.

Otele gitmeden önce Aix en Provence Cezanne'la anıldığı için Cezanne'ın atölyesine gitmeye karar verdik. Cezanne modern sanatın öncüsü olarak gösterilmektedir.

Ressam Paul Cezanne 1906 senesinde Aix en Provence'ta doğmuş ve resimlerini bu atölyede yapmıştır. Cezanne'ın atölyesi Atelier Cezanne olarak anılıyor. Yalnız atölyesi şehrin birazcık dışarısında olduğu için arabayla gitmenizi tavsiye ederim. Ağaçlı bir yoldan çıktıktan sonra Cezanne'ın Atölyesi yolun sol tarafında kalıyor. Atölyenin kendine ait bir bahçesi var ve atölyenin duvarlarla çevrili olduğunu da belirteyim. Yalnız oralarda bir otopark göremeyince ilk sağa dönüp düz devam ettik. Ama orası bana biraz tehlikeli bir bölge gibi geldi yani site gibi bir yerleşim yeri vardı ama bence mülteci kampı gibi bir yerdi. Tekin araba park yeri bulamayınca olmazsa atölyeyi de görmeyiz diye geri dönecektik, tekrar ilk sağa döndüğümüz yere geldik ordan da bir daha sağa döndük (mülteci sitesi olduğunu düşündüğüm ilk bina daha tekindi yani pek ilerlemeden ) önünde park etmiş başka arabalarda görünce oraya park ettik. Zaten arabayı park ettikten sonra farkettim yürüyerek yolu dolanmaya gerek kalmadan oradaki merdivenlerden indiğinizde direkt atölyenin karşısına çıkıyorsunuz. Atölyenin ufak bir bahçesi var ama her taraf yemyeşil. Bizim gittiğimiz gün atölyede bir davet varmış dolayısıyla atölyenin içine giremedik ama bahçesinde dolandık ve atölyenin fotoğraflarını çektim.



Atölye gezimizi tamamladıktan sonra otele gittik. Gitmeden önce otel için baya araştırma yapmıştım. Biz Hotel Saint Christophe'da http://www.hotel-saintchristophe.com/fr de kaldık, seçimimizden dolayı da oldukça memnun oldum. Biz anca hava kararmaya yakınken otele check in yaptık. Booking.com dan rezervasyon yaparken genelde o gün doğumgünüm veya yıl dönümümüz tarzında notlar düşerim. Bu notların da faydası oldu. Resepsiyonist odamızı ücretsiz olarak upgrade etti ve bize 2 katlı bir oda verdi.

 Resepsiyona girerken otelin restaurantından geçiyorsunuz. Resepsiyondaki görevliler çok ilgili ve tatlı insanlardı. Yalnız şunu belirtmemde fayda var şayet otele arabayla gidecekseniz rezervasyonunuzu yaparken bunu belirtmeniz ve otopark için onay almanız gerekiyor. Otoparka otelin arka tarafından giriliyor, zile bastığınızda görevli otoparkı açıyor. Otoparkta sadece 7 araçlık yer var ve araba park yeri oldukça dar. Otoparkın da ücretli olduğunu belirtirim.  Otoparkta Porsche'lar duruyordu. O restaurantta yemek yemek istiyorsanız otel müşterilerine de indirim var.



Otelin konumu kesinlikle çok güzel. La Rotonde meydanında yer alıyor. Otelin hemen yan tarafında Apple Store ve Tourist Information Center bulunuyor. Bu meydanda devasa bir çeşmede var ve alışveriş caddesi hemen karşı tarafta.

Cours Mirabaeu caddesi buranın ana caddesi. Sağlı sollu mağazalar, lokantalar ve cafeler mevcut. Buradaki en meşhur cafenin Les Deux Garcons olduğunu belirtmeliyim. Burası Cezanne'ın mekanıymış. Burada mutlaka kahvenizi yudumlayın.

Yine bu caddede yürürken yerde Cezanne damgalı mühürler göreceksiniz. Şehri bu damgalara göre gezebilirsiniz. Hepsi Cezanne'ın bağlantılı olduğu yerlerin bir kısmı.

Caddeyi sonuna kadar gezdikten sonra bir sol tarafa, bir sağ taraftaki ara sokaklarda gezdik. İnsan buralarda gezerken kendisini gerçekten de Fransa kırsalında hissediyor. Ambiyans tek kelime ile harika.

Orada olduğumuz gün Avrupa Müze Günüydü ve müzeler gece yarısına kadar ücretsizdi. Bunu daha önce bildiğimden dolayı Granet Museum'a gittik. Burasu resim, arkeoloji ve heykelcilik alanında önde gelen bir müzedir. Gece hava karanlıkken müzede gezmekte insana ayrı bir keyif veriyor.




Aix en Provence sokaklarını arşınladıktan sonra baya acıkmaya başladığımızı farkettik. Akşam yemeğini gece 11 civarında yedik.  Eski şehir tarafında restaurantların karşılıklı olduğu bir meydan var. Bu meydanın ismi Place Forum des Cardeurs. Cumartesi gecesi burası yıkılıyordu her yer tıklım tıklımdı. 


Ama ben İtalyan yemeği istiyordum. Buraya giden dar bir sokakta çok güzel bir lokantaya denk geldik. Pizzası, şarabı ve tatlıları mükemmeldi. Zaten o ara sokaktaki en kalabalık restaurant burasıydı. Pizzalar oldukça büyük ve lezizdi, pizzayı servis etme şekilleri yarım pizza şeklinde ama inanılmaz doyurucu ve büyüktü. Restaurantın ismini maalesef hatırlamıyorum ama Rue Aude caddesinde Repetto Butik'in karşısında yer alıyor.



Daha sonra ara sokaklarda gezmeye devam ettik ve otele geldik.

2.GÜN:

Ertesi gün Aix en Provence'ı bir de gündüz gözüyle görelim dedik ve ana alışveriş caddesinde ve ara sokaklarda bir daha tur attık. Pazar sabahı ana caddeye pazar kurulmuştu. Her yerde lavantalar, sabunlar satılıyordu. Çeşmelerden akan sular şehre farklı bir güzellik katıyordu.





Otelin hemen yanında bulunan Apple Store: 



ST. TROPEZ:



Arabamıza atlar atlamaz bu sefer GPS'e St. Tropez yazdık ve St. Tropez'e doğru yol aldık. Cogolin'den sonra arabayla dağ yoluna -içeriye doğru saptık. Yol tek gidiş-tek dönüş şeklinde ve oldukça dardı.

Fotodaki yolun geniş hali, ilerledikçe yol baya daralıyordu. 





Fransa'da otobanların paralı olduğunu belirteyim ve otobandan çıkınca alete gerekli ödemeyi yapıyorsunuz biz gişelerde hiç kişilere rastlamadık, hep makinelere ödemeyi yapıyorsunuz ve geçiyorsunuz. Yalnız 2 dakika parayı nereye atacağımızı kestiremedik kredi kartı ödeme seçeneği de olmayınca biraz bocaladık. Biz mantıken jeton gibi bir girişi olan bir yere atacağımızı düşünüyorduk. Sonra farkettik ki alt kısımda huni gibi bir yer var paraları topluca oraya atıyorsunuz ve kapınız açılıyor.

Dağ yoluna tam girmeden önce arabayla giderken karşı şeritten birisi bize selektör attı, ondan sonra başka bir araba daha selektör attı. Biz zaten hız sınırlarına riayet etmemize karşın yavaşladık ve az ileride polise denk geldik. (radara). Fransa'da da selektör atıp bizi uyarmalarına çok şaşırdık. Yalnız Fransa'da radar sistemi baya değişik geldi bana. Bizde nasıl olur polis arabası ters durur ve arabanın köşesindeki cihaz hızı ölçer. Ama bu o kadar komikti ki. Polisin elinde hız ölçer alet var ve aletin bir tarafını eliyle tutuyor diğer tarafından da gözüyle bakıyordu. Bize göre daha ilkel bir yöntem.

Dağ yolu ise tek kelimeyle enfesti. O kadar dar yolda bisikletliler de vardı. Spor arabaların o dar yollarda nasıl gittiğine de şaşırdık. 

St. Tropez'e gelince Port yazan otoparkı takip edin ve arabanızı oraya park edin. Oradan 2 dakikalık yürümeyle kendinizi bir anda dünya jet sosyetesinin olduğu yerde bulacaksınız. 

St. Tropez denilince aklıma hep bu şarkı gelir:


St. Tropez denilince spor araba, yat, gece klüpleri, jet sosyete insanın aklına geliyor. St. Tropez denilince bir de ünlü eğlence kulübü Nikki Beach akıllara  geliyor. 



Port de St. Tropez küçücük bir yer. Kenarda yer alan restaurantlara, cafelere konumlanıp sosyeteyi izleyebilirsiniz. Biz de Barbarac isimli dondurmacımızdan dondurmaları alıp gezmeye başladık. Bu dondurmacı orada oldukça popüler. 2 çeşit dondurma istememe rağmen, onlar 2 çeşidi yanılmıyorsam 6 top falan yaptı. Devasa dondurmamı yiyip, yatlardaki insanları izlemeye koyuldum. Port de St. Tropez'in bir arkasındaki koya yürüdüğünüz de orası da tam İtalya kıyılarını anımsattı bana. Sessiz sakin ufak bir koy var. Biz ordayken şansımıza hava mükemmeldi.



St. Tropez ara sokaklar:

Port'ta epey vakit geçirdikten sonra içeri yani turistik kısımları gezmeye başladık. St. Tropez'e gelip La Tarte Tropezienne pastanesine uğramadan ve St. Tropez tartı yemeden sakın dönmeyin. 


Yine St. Tropez koyunda L'Opera isimli mekanı göreceksiniz. Burası oldukça lüks bir gece klübü-restaurant aklınızda olsun ;)

CANNES:

St. Tropez'den sonra sıra heyecanla beklediğim Cannes'taydı. Bizim Cannes'da olduğumuz gün Cannes Film Festivali dönemine denk geliyordu. Bu bakımdan oldukça şanslıydık. St. Tropez'den GPS'e Cannes'ı yazdık ve GPS cihazı sürekli bizi otobana çıkartmak istiyordu ama Güney Fransa'ya gelmişken sahil yolunu kullanmamak delilik olurdu. Yol genellikle tek gidiş-tek dönüş. St. Tropez-Port Grimaud-Saint Maxime- St. Raphael üzerinden sahil yolunu takip ederek Cannes'a ulaştık. Sahil yolu gerçekten de muazzamdı. Bir sürü güzel beachler, manzaralar ve plajların yanından geçtik. Herkes mayosunu almış istediği yerden denize atlıyordu. Yol üzerinde seyir terasları da bulunuyor. 


Cannes'a varmışken iyice bir heyecan kapladı. Tam da Cannes Film Festivali'nin olduğu dönemde kırmızı halıyı görme şansına erişecektik. Cannes'a varana kadar acaba araba orada başımıza bela olur mu, park yeri bulabilir miyiz diye düşünüyordum. Hatta kesin çok trafik vardır Cannes Film Festivali'nin olduğu Palais des Festivals et des Congres'e acaba kaç saatte varırız diye düşünüyordum. Ama şehir gayet düzenliydi öyle trafik yoktu ve Palais des Festivals et des Congres'in hemen dibindeki kapalı otoparka rahatlıkla arabayı park ettik. Bu duruma oldukça şaşırdım. 

Arabayı parkettikten sonra ilk rota kırmızı halılardı ben kırmızı halıları çok uzaktan görürüz diye düşünürken hiç öyle olmadığını farkettim. Basın tarafı için ayrılan kısım vardı, davetliler ve halka ayrılan kısım vardı. Kırmızı halının dibine kadar girdik. Halka ayrılan kısım kontenjanlıydı.

Kırmızı halının tam karşı tarafındaki alanda bir ilginçlik dikkatimi çekti. İnsanlar evlerde kullandığımız merdivenleri getirmişler, merdivenlerin yerleri değişmesin diye birbirlerine zincirlemişler ve üzerlerine isimlerini yazmışlardı. 




Cannes Film Festivali var diye şehir oldukça kalabalık ve hareketliydi. Boulevard de La Croisette yani ana cadde de adım atılacak yer bulunmuyordu. Bizde geceye kadar caddede pek çok kez turladık, liman tarafına gittik, iç kısımlarda gezdik, kırmızı halı etrafında dolandık. Oldukça güzel bir gündü. Her tarafta kameralar, birbirinden şık insanlar cirit atıyordu. 

Sahil kenarında hep özel beachler vardı ve partiler düzenleniyordu. La Mandala, Miramar Plage, Nikki Beach.. Zevkinize göre bunlardan birisine konumlanabilirsiniz. 


Buradaki meşhur oteller Martinez, Majestic, JW Marriott Cannes, Grand Hyatt Cannes, Intercontinental Carlton Cannes...Ünlülerin çoğu bu otellerde kalıyor ve anılan otellerin önü kameralar ve insanlarla kaynıyordu. 






Bizde otelin önünde bekledik ve otelden çıkarken Eva Longoria'ya ve Bollywood starı Aishwarya Rai Bachchan'a denk geldik. 


Kırmızı halıda ise uzaktan Cate Blanchett'e denk geldik. 

Gece eğlence için ise adresiniz kesinlikle burasının en ünlü yeri olan Baoli olmalı. Burası için gitmeden önce mutlaka rezervasyon yaptırın. Cannes'ın en meşhur, ünlüleri görebileceğiniz, gece hayatına yön veren mekanlarından birisi burası. 


Biz tüm gün buralarda gezinip durduk. Sahilin bir arka caddesinde de Rue d'Antibes caddesinde de buraya kadar gelmişken gezin.

Akşam yemeği için canım yine pizza çekmişti. Buralar İtalya'ya yakın olduğu için çok güzel İtalyan lokantaları bulunuyor. 

Bizde gezerken tercihimizi önünde çok sıra olan liman - marina tarafında olan La Pizza Cresci isimli mekandan yana kullandık. Mekanın önünde çok sıra vardı ama bizim şansımıza bizi öne alıp oturttular. Bizden başka sıra bekleyenler 4 kişi veya daha kalabalık gruplardı. 2 kişilik dışarıda bir masa boştu ve hemen bizi oturttular. Mekanın içi de  oldukça büyük. Mekanda bir ünlü daha vardı ama kim olduğunu çok anlayamadım ama Paris Hilton'a benzettik. Mekandan çıkarken tüm basın ona doğru geldi. Bu mekanı kesinlikle tavsiye ederim ançüezli pizzası, salatası, ev yapımı şarabı, tiramisusu, elma tartı enfesti. Bir daha gidersem kesinlikle bu mekanda yemeğe giderim. 

Belki daha önce aranızda izleyeneniz vardır. Fotoğrafımızı da "Love's Kitchen" filminin ülkemizde de 2011 senesinde "Aşk Mutfağı" ismiyle gösterime giren filminin yapımcısı ve yönetmeni olan James Hacking çekti. (Kendisi yan masamızda oturuyordu ve bizle baya sohbet etti.) En çok hasılatı ise Türkiye'de yaptıklarını belirtti. Filmin başrol oyuncusu Claire Forlani ve ünlü şef Gordon Ramsey. Bu fotoğrafımızı da kendisi çekti:


Mekanın bir diğer özelliği de siparişi masadaki örtüye yazmaları: 


Eğer Cannes'a gitmeyi düşünüyorsanız ne yapıp edin Cannes Film Festivali dönemine denk getirin. Şehir oldukça hareketli ve güzel oluyor.

Bu da sokaklardan kareler:






Cannes Film Festivali'nin olduğu alanın hemen yan tarafında plajda da açık hava sineması vardı. Galiba film festivali olmasından dolayı kurulmuştu.


Gece yarısına kadar Cannes'ta gezdikten sonra arabamızı aldık ve otelimize doğru yola koyulduk. 

Otelimiz Antibes'te yer alan İbis Style Antibes isimli oteldi. Arabayla yapmış olduğumuz yaklaşık yarım saatlik yolculuk sonrası otele vardık. Otelin tek dezavantajı GPS'te bulunmaması. Neyseki adresin olduğu kağıdı yanıma almıştım da biraz kaybolduktan sona oteli bulduk. 

Otele de gece yarısı vardık ancak bakımlı, yeni ve temiz bir otel olduğunu belirtirim. Otelin kapalı otoparkı ücretsiz ve sabah kahvaltı da oda fiyatının içerisinde. 

3. GÜN:

ANTİBES:

Kahvaltımızı yapar yapmaz Antibes merkeze gitmek için yola çıktık. Tam eski şehir tarafını çeviren surlarla Port arasındaki kapalı otoparka arabamızı park ettik. Surlara çıkınca hemen Antibes'in girişinde halka açık plaj göreceksiniz. Antibes Cannes'ın kalabalıklığından sonra kesinlikle kafa dinleme yeri apayrı bir havası var bana yine biraz İtalya'yı anımsattı. Kumlu plajı tertemiz ve denizi tek kelime ile harikaydı.


Surları geçince eski şehir kısmına giriyorsunuz. Biz yine burada surları takip edip yürüyüş yaptık ( denize paralel şekilde yani) Barselona'da Picasso Müzesi'ni gezmiştik bir diğer Picasso Müzesi'de burada buılunuyor. Burası Picasso'nun Güney Fransadaki yeri. Müzenin olduğu yer Grimaldi Sarayı ve Picasso hayatının bir kısmını burada geçirmiş. Sarayda kalırken yaptığı resimler burada sergileniyor. Picasso Müzesi Antibes'i tepeden gören muhteşem bir manzaraya sahip. Antibes çok güzel bir şehir. Kesinlikle gezilip, görülmeyi hak ediyor. 



Picasso Müzesinin arka tarafı yani aslında giriş kapısının olduğu tarafta birbirinden dar ufak sokaklar göreceksiniz. Burada mutlaka "Boulangeria Veziano" yani Veziano fırınına uğrayın. Buranın methini Türkiyedeyken duymuştum. Soğanlı-ançüezli pizza (  Pissaladière ) yeyin.  Veziano Cote D'Azur bölgesindeki en iyi fırıncısı. Birbirinden leziz ekmekler karşısında dilinizi yutacaksınız :) Jean Paul Veziano gerçekten süper işler çıkartıyor.

Zaten tabelalarda da fırının yönünü gösteren yön işaretlerini göreceksiniz. Antibes'e gelmişken mutlaka bahsettiğim sahil, Picasso Müzesi ve bu fırın ziyaret edilmeli. Bizim şansımıza ise Picasso Müzesi kapalıydı dolayısıyla gezemedik.

Antibes'ten Nice'e yine sahil yolunu kullanarak gittik yol kenarında hep halk plajları var hoşunuza giden birisine hemen atlayıp yüzebilirsiniz.

Yine Antibes'ten Nice'e doğru giderken sahil yolunda yolun sol tarafında Marineland'i göreceksiniz. Burası su parkı ve yunus showları da var. Çocuklarınızla yolunuz buraya düşerse eminim Marineland'de çok eğlenecekler. Marineland'in iç kısmında da hotel olduğunu belirteyim.


Arabamızı Nice Tren Garında Budget ofisine teslim edeceğimizden dolayı arabayı teslim etmeden önce bir de Eze yapalım dedik.

EZE VİLLE:

Eze'yi eminim pek çok kişi duymuştur. Yalnız tren Eze  Mar'a gidiyor Eze Ville'ye değil bu konuda dikkatli olunmasında fayda var. Eze'ye varınca hemen sağ tarafa dönünce otopark var, burası Tourist Information Center'ın da önü aynı zamanda. 

Arabanızı orada ne kadar park etmeyi düşünüyorsanız alete 2-3 saat gibi seçeneği seçip arabanızın ön camına fişi koyuyorsunuz. Fransızlar soğuk insanlar olarak bilinir ama burada da arabayı park ettiğimizde Fransız bi aile gelip bize fişini verdi. Onun süresi daha dolmadığı için bizde on fişten yararlandık hatta en son bizde başka bir kişiye fişi verdik.

Nice'ten yaklaşık 20 KM sonra Eze geliyor ve yolun manzarası tek kelime ile muhteşem. Denizden Eze Village'a kadar olan yol Nietsche Yolu olarak adlandırılıyor ve trekking yapanlar için burası enfes manzaralar sunuyor. 



Tarihi köydeki merdivenlerden yukarıya doğru tırmanıyorsunuz. Ama sıcak havada o merdivenler insanı gerçekten de yoruyor. Merdivenleri çıkarken de hediyelik eşya satan dükkanlar bulunmakta. Kendinizi merdivenlerden tırmanınca çok eski çağlarda yaşamış gibi hissediyorsunuz. 


Bu tatilde Eze'de Türk aileye denk geldik onlarda merdivenleri tırmanmış ve inmişti. Manzarayı görmek için yaklaşık 8 Euro ödediklerini belirttiler. Bana sırf manzarayı görmek için kişibaşı seyir terasına 8 Euro vermek çok anlamsız geldi.

Aklıma farklı bir fikir geldi. Seyir terasına o parayı verene kadar lokantaya gidip bir şeyler içip o parayı veririm dedim ve Chateau Eza Restaurant'ın tabelalarını takip ettim ve lokantaya vardığımızdaki enfes Akdeniz manzarası tüm yorgunluğumuzu bir anda aldı. Tesadüfen geldiğimiz bu lokanta Michelin yıldızlıymış ve aynı zamanda burada aynı isimli otel bulunuyor. Tabiki bu otelin fiyatı astronomik web sayfasında bir inceleyin : http://www.chateaueza.com/chateau-eza   


Burası oldukça meşhur bir yermiş. İyiki bu lokantanın tabelalarını takip etmişiz dedik.

Burada da 2 saat falan vakit geçirdikten sonra arabamızı teslim etmek için Nice tren garına gittik. 


NİCE:

Arabamızı Nice tren garına teslim edeceğimiz için öncelikle Nice Tren Garı'na gittik. Hakan arabada beni beklerken bende tren garının içerisine girip, Budget ofisini bulmaya çalıştım. Ofise girip arabayı nereye park edip teslim edeceğimizi sordum oradaki görevlide yandaki kapalı otoparka parkedip, park yerini kendisine iletmemizi ve park fişiyle birlikte tekrar ofise gelmemizi söyledi. 

Bizde söyleneni yaptık ve ofise geri geldik. Adam tamam gidebilirsiniz deyince şaşırdım nasıl yani aracı kontrol etmeyecekmisiniz, bize aracı teslim aldığınıza dair bir evrak vermeyecekmisiniz deyince şaşırdı yooo dedi. Asıl ben onların sistemine şaşırmıştım. Aracı Allaha şükür kazasız belasız teslim etmiştik ama rapor tutulmadığı için ilerde hasarlı dese nasıl ispatlayacaktık. Adama arabayı kontrol edelim dedim bir kere daha ancak gerek olmadığını söyledi bana biraz saçma geldi ama yapacak bir şey yok. 

Elimizde valizle çok yürümeyelim diye tren garına çok yakın olan Best Western Hotel de Madrid Nice'i ayarlamıştım. Otel ve odalar yenilenmişti dolayısıyla oldukça memnun kaldık  Burdaki resepsiyonistte bize favor yaptı ve odamızı ücretsiz upgrade ederek büyük bir oda ve köşebaşına bakan manzaralı odayı verdi. Gerek Aix en Provence, gerekse de burada odalarımızın upgrade edilmesi hoşuma gitti.

Nice'e gezmeye gelenler genellikle gece Monako-Monte Carlo'ya gittiğinden dolayı tren garına yakın otel arıyorsanız burayı tavsiye ederim. Yine buranın çok yakının Best Western Hotel New York var ama onun odaları daha eski.

Odamıza yerleşir yerleşmez Nice'in alışveriş caddesi olan Avenue de Jean Medicin caddesinde yürüyüş yaptık bu caddeden aşağıya doğru yürüdüğünüzde damalı motifleriyle meşhur Place Massena'ya (Masena meydan) çıkıyorsunuz. Avenue de Jean Medicin'in ortasından metro geçiyor. Şayet tren garına yakın  olan duraktan binerseniz 2 durak sonra Place Massena'da olursunuz. 





Place Massena'nın orada kaykay kayanlar, paten kayanlara rastlayabileceğiniz gibi sularla oynayan çocukları da izleyebilirsiniz. Ya da sizde çocuklarla çocuk olup fıskiyelerden atlayabilirsiniz.

Yine burada yerlerden buhar olan bir alan göreceksiniz. Yaz aylarında serinlemek için yapılmış bir yer ve birbirinden hoş kareler yakalayabilirsiniz. Alışveriş yapmak isteyenler için La Fayette mağazası bulunuyor.



Neredeyse 40 derecenin altında sahilde Hotel Negresco tarafına yürüyüş yaptık. Sahil yolu yani Promenade Des Anglais Kordonu oldukça geniş olup; plajlar yanyana bir özel, bir halka açık olmak üzere yanyana dizilmişlerdi. Hotel Negresco Nice'in en ünlü otellerinden birisi olup,  mimarisiyle dikkatleri çekmektedir. Atlı karınca şeklinde dizayn edilen kahvaltı salonu da meşhurmuş. Normalde Hotel Negresco'nun gezilmesi turistlere açıkken artık kapatılmış bilginiz olsun ;)



Daha sonra o sıcakta tüm sahil yolunu geri yürüyüp Nice Port tarafına yürüdük. Shilden Nice Port'a doğru yürürken çok güzel sahillerin kenarından geçiyorsunuz ve oturma alanları bulunuyor. Nice Port'un bulunduğu koya dönerken soldaki tepeye çıkıp çok güzel kareler yakalayabilirsiniz. 






Kaleye çıkmak için ağaçların arkasında kalan asansörü kullanabilirsiniz.


Nice Vieux Port:

Bu kadar yolu yürüdükten sonra Hakan artık söyleniyordu bu kadar yürümeye ne gerek var falan diye :D 



Buradan sonra Place Garibaldi'ye gittik. Burada da klasik bir çeşme ve etrafında restaurantlar vardı. 

Burada yumuşakça restaurantları meşhur. Fruit de Mer'den alıp ortaya kapkarışık soğuk deniz ürünleri tabağı alabilirsiniz. Her ne kadar deniz ürünlerini çok sevsem de bu kadar karışık soğuk deniz tabağı fikri pek hoşumuza gitmedi. Nice'te en ünlü deniz ürünleri lokantası da Cafe De Turin. Place Garibaldi'nin hemen köşesinde yer alıyor. Herkes önüne bir deniz tabağı almış yiyordu.

Buradan da Nice'te en güzel yer olan Vieux Nice yani eski şehir tarafına gittik. Zaten internetten Nice diye aratınca genel de bu manzara karşısınıza çıkacaktır. Artık yürümekten yorulduğumuz ve sıcakta başımıza vurduğu için Vieux Nice tarafında güzel manzaralı gözümüze kestirdiğimiz ilk lokantaya gittik. Bu kısım da İtalya'yı andırıyor. 

Mekanın ismi Le Clocher'di. Ortaya bir pizza, tencerede midye ve ev yapımı şarap istedik. Midyeler tabiki Brüksel'dekinin yanından bile geçmiyordu ama idare ederdi.

Karnımızı doyurduktan sonra Nice'in diğer simgesi olan Cours Salaya yani Çiçek Pazarı'na gittik ama bizim gittiğimiz gün çiçek pazarı yerine, antika pazarı vardı :D 



Hemen etrafındaki mağazalardan bizim ufaklıklara hediye almak istedim ve hangi mağazaya girdiysem hiçbirisi 1 Euro bile indirim yapmadılar. Bende kadına diğer ülkelerde-şehirlerde hep indirim yaptıklarını söyledim. Kadınsa bana Nice'te indirimin hoş karşılanmadığını söyledi bana atıyor gibi geldi ama neyse :D 

Bende ufaklıklara Monaco'lu Grand Prix'li tshirtler satın aldım. Artık çok yürüdüğümüzden dolayı gerçekten de pertimiz çıkmıştı. 

Tekrar alışveriş caddesinden yürüyerek Monaco- Monte Carlo'ya gitmek üzere tren garına geldik.

MONACO-MONTE CARLO:


Dönerken Monako'da bir daha bilet alma işlemiyle uğraşmamak için giderken biletlerinizi gidiş-dönüş almanızı tavsiye ederim ve giderken herhangi bir mağduriyetle karşılaşmamak için mutlaka en sonki tren saatini öğrenin.


Trenle yaklaşık 20 dakikalık tren yolculuğundan sonra Monako'ya varıyorsunuz. Monako tren istasyonu gerçekten de ilginç, çıkışa gitmek için asansörle yaklaşık 20 kat yukarıya çıktık. 

Monako ayrı bir prenslik ve inince bir an woww diyorsunuz. Lüks hayat karşınızda... İstasyondan çıktığınızda sizi çok güzel Monako liman manzarası bekliyor. Buradan yürüye yürüye dar yollardan kıvırılarak liman tarafına gittik. Biz Güney Fransa'da çok güzel bir zamanda bulunduk. Bizim bulunduğumuz günün 2 gün sonrasında Monako'da Grand Prix yarışları düzenleniyordu. O yüzden şehirde hummalı bir hazırlık vardı, çoğu yol kapatılmıştı, tribünler kurulmuştu. Limana inince lüks yatlar ise bizi bekliyordu.



Eşim tam bir araba delisi olduğundan dolayı hep Monako'yu sayıklıyordu ve bir an önce kumarhane tarafına gitmek için can atıyordu. Youtuba'da videolardan hep gördüğümüz köprü girişinde de arabaların yarışına şahit olduk. Eşimden mutlusu yoktu. 



Biz Monako'ya akşamüstü gittiğimizden dolayı Kraliyet Sarayı tarafına hiç gitmedik sadece uzaktan bakmakla yetindik. Liman tarafında baya bir vakit geçirdikten sonra köprünün içine girdik. Köprüye girince köprünün içinden ilk sağa döndüğünüzde sizi bir koridor bekliyor. Koridoru takip ederseniz asansör göreceksiniz. Bu asansörlere binerseniz sizi doğrudan kumarhanenin olduğu tarafa çıkarıyor. Orada asansörün bulunduğunu Hakan söyledi ama ben önce pek inanmadım ıssız bir yerdi ama sonunda asansörü gördük. Sizde dağ tepe tırmanmak yerine bu asansörü kullanın.

Kraliyet Sarayı:

Monako baya tepeli bir yer. Yerliler hep asansörleri kullanıyorlarmış şehirde pek çok yerde asansör var ama biz asansörün nerede olduğunu bilemediğimiz için tren istasyonu sonrası aşağıya doğru yürüdük. 

Kumarhanenin önüne geldiğimizde eşim bayram etti. Hep hayalini kurduğu yerdeydi arabaları görünce nasıl sevindiğini anlatmama gerek yok sanırsam. Kumarhanenin önünde baya vakit geçirip, süper arabaların fotolarını çektik. Spor giyindiğimizden dolayı emin olamadık ama  casinoya bu kıyafetlerle girmemizin mümkün olup-olmadığını sorduk. Onlar da tabiki girebilirsiniz dediler.

Gişeye pasaportlarınızı veriyorsunuz ve onlarda 10 Euro karşılığında üzerinde isminizin yazılı olduğu kumarhaneye giriş biletlerinizi verip, pasaportunuzu iade ediyorlar. Kumarhanede gezip makinelerde oynayan insanları izledik. 

Ama esas zenginlerin girdiği yerler bizim giremediğimiz yerlermiş. Kumarhaneden çıkarken de Serena Williams'la Caroline Wozniacki'ye denk geldik. İkisi de çok sempatikti ellerindeki paketi Ferrari'nin bagajına sığdırmaya çalıştılar sürekli bagaj kapısı açık kaldığından dolaı en son Serena Williams gidip paketi alıp kucağında taşıdı. Ama her ikisi de etrafa gülücükler saçıyorlardı.




Casinonun önündeki arabalara bakmaya devam ettikten sonra hemen casinonun yan tarafında bulunan meşhur Cafe de Paris'e gittik. Burası Monaco-Monte Carlo'da en tavsiye edilen mekan ve çok pahalı olduğu söyleniyordu. Ama şöyle söyleyeyim burada şık bir cafede de aynı fiyat ödeniyor. Yani Monako'ya göre fiyat normal. Eşim Monaco markalı bira bense pembe şarap söyledim. Onlar da bir tabakta cips, diğer tabakta bol zeytin getirdi. Mekan oldukça güzel tam Casinonun meydanına bakıyordu. Toplamda 20 Euro civarında bir rakam ödedik. Trenin en son saatine kadar vakit geçirdikten sonra tren garının yolunu tuttuk.





Monaco tren garı: Çıkış için 14 kat yukarı çıktık.


Nice'te geç saatte tren garının etrafı hep mültecilerle dolmuştu. Tren garının etrafında hep mülteciler yatıyordu.

Bizde otelin hemen yan tarafında bulunan marketten alışverişimizi yaptıktan sonra otele gittik. Marketin sahibi de Türk'tü.

4. GÜN:

Bugün dönüş günümüz 3 günde bu kadar yer gördüğümüze hala inanamıyorum:) Tren garının önünden havalimanına giden otobüse bindik ve yaklaşık yarım saatte havalimanına gittik.


Güney Fransa tatili gerçekten de hafızamda güzel bir yer edindi. Size tavsiyem Güney Fransa kıyılarını yani Cote D'Azur Riviera olarak adlandırılan  bölgeyi araba kiralayarak görmeniz. Her yer ayrı bir şehir ama aslında ilçe gibi. Yani 20 dakikada her seferinde başka şehirde oluyorsunuz. Güney Fransa fırsatı olan herkesin görmesi gereken bir yer bence :)

Başka şehirler &ülkeler de görüşmek üzere. Au revoir