18 Şubat 2013 Pazartesi

LONDRA - LONDON

LONDRA:

2013 senesi için dileğim daha önce görmediğim farklı ülkeleri görmek idi. Hatta yeni yılın ilk günü buzdolabındaki magnetlerin fotoğrafını çekip 2013 için dileklerimden birisinin de yeni ülkeler görmek olduğunu instagram sayfamda paylaşarak belirtmiştim. Ancak bu hayalimin bu kadar hızlı gerçekleşeceğini tahmin edememiştim.

Londra öncesi gerçekten de baya maceralıydı, Londra’ya Çok Gezenler Kulübü ile gideceğimi sadece bir hafta önce öğrendim. Birleşik Krallıkta vizeyi zor veren ülkelerden biri olduğu için strese girmiştim vize yetişmeyecek diye. Hemen randevu aldım ve ertesi gün Ankara’daki temsilciliğe gidip vize işlemleri için başvurdum. İki senelik vize başvurusu yapmıştım ve bir gün içinde iki senelik vizemi aldım. Gerçekten de şanslıydım ve artık geriye “Çok Gezenler Kulübü” ile Londra’ya gideceğim günü beklemek kalmıştı. Sonunda kendimi birdenbire hep okuduğum tavsiyelerini dikkate aldığım “Çok Gezenler Kulübü” ile Londra’da buldum. 

Londra gezimiz hakkında daha fazla ayrıntı için www.cokgezenlerkulubu.com veya Pegasus Mart 2013 dergisine göz atabilirsiniz. Bunun dışında oluşturduğum fotoromana da http://www.cokgezenlerkulubu.com/article/view/city/gokce_karakaya_gul/726 linkinden ulaşabilirsiniz. 

Londra'da havalar hep soğuk ve yağışlı olmasına rağmen, Londra bizi Şubat ayı nda güneşli olarak karşıladı. Bu bile Londra gezimizin çok iyi geçeceğinin bir işaretiydi. Kaldığım 4 gün boyunca da yağmura denk gelmedim ve hava mevsim normallerinin üzerindeydi. 

Yurtdışında genelde yeni gittiğim yerlerde 1 hafta kalmayı tercih ediyorum. Bunlardan 3 gününü turistik yerlere, geri kalan günleri de kimsenin bilmediği sokaklara dalarak şehri bir turist gibi değil de orada yaşayan birisi gibi yaşamayı seviyorum.

Ama bu sefer vaktim çok olmadığı için 4 günümü Londra oldukça büyük bir şehir olduğu için ve de pek çok turistik yer mevcut olduğu için daha çok turistik yerleri gezerek geçirdim. Sonuçta bir şehrin yapısını ve özünü oluşturan yerler turistik yerlerdir. Bende size bu yazımda Londra’da 4 günde yapabileceğiniz alternatifleri kısaca derledim. Ancak Londra seninle işimiz bitmedi, kısmetse en kısa zamanda yine geleceğim!

Ben Londra'da Radisson Blu Edwardian Grafton Hotel'de kaldım. Hotel oldukça merkezi ve çok konforluydu herkese tavsiye ederim.

Alışveriş için:

Londra’da alışveriş deyince akla ilk Oxford Street ve Regent Street gelmektedir. Burada tüm dünya markalarına rahatça ulaşmanız mümkün. Oxford Street, Regent Street’e göre biraz daha sönük olsa da buradaki “Primark” mağazası gerçekten bir alışveriş cenneti. Buradaki çok katlı mağazada istediğiniz her şeye ulaşmanız mümkün. İngiltere’nin pahalı bir ülke olduğu hususu göz önüne alındığında, buradaki ürünlerin Türkiye’de marka mağazalarda gördüğümüz nitelikteki aynı ürünleri Türkiye’den çok daha ucuz bir fiyata bulmanız mümkün. Mağazadan sadece £ 50 harcayarak 10 parça kaliteli ürünle çıkmanız mümkün.

Regent Street ise geceleri ışıl ışıl oluyor, kırmızı otobüslerle birlikte cadde oldukça güzel romantik bir görünüme kavuşuyor. Burada Oxford Street’e nazaran daha lüks markaları bulmanız mümkün. “Burberry” burada ihtişamlı yapısıyla dikkat çeken mağazalardan birisi olarak göze çarpmaktadır. “Apple Store’dan” Apple ürünlerini test edebileceğiniz gibi burada sınırsız Wi-Fi keyfini de yaşayabilirsiniz.  Şayet şarjınız bittiyse ve telefonunuzu da şarj etmek istiyorsanız Leicester Square’de yer alan Kentucky Fried Chickens’e gidebilirsiniz. Ben böyle bir durumda kaldığım için baya yer aradım ve en sonunda orada prizler buldum.

Amacınız çocukları sevindirmekse adresiniz kesinlikle Regent Street’te yer alan “Hamleys Toys” olmalıdır.  Burada envai çeşit oyuncağı bir arada bulmanız mümkün. 

Bu arada Leicester Square’de yer alan M&M Store’da çocuklu çok gezenlerimiz için adeta bir cennet. Çok katlı bu şeker mağazasında ben bile kendimden geçmişken, çocuklarınız eminim çıldıracaktır. Burada Londra’nın simgeleri olan kırmızı otobüs, asker şeklindeki M&M’lerle hatıra fotoğrafı da çektirmeniz ve bunların oyuncaklarını almanız mümkün.

Benim diğer en sevdiğim mağazalardan birisi de New York ve Hamburg’ta da ziyaret etme imkânı bulduğum ancak henüz Türkiye’de şubesi bulunmayan Abercrombie&Fitch mağazası. Bu mağaza Regent Street’e bağlanan ara sokaklardan birisi olan Burlington Gardens Str.te yer almaktadır.  Yalnız işin ilginç tarafı sokağa girer girmez parfüm kokusu alıyorsunuz ve kokuyu takip ettiğinizde koku sizi doğruca mağazaya yönlendiriyor. Yoksa onun Abercrombie&Fitch mağazası olduğunu anlamanız imkânsız çünkü mağazanın dışında ibare bulunmuyor. Bu mağazanın özelliği içeriye girince birbirinden güzel ve yakışıklı mankenlerle fotoğraf çektirme imkânınızın bulunmasıdır. Bende hatıra olarak polaroid fotoğrafı çektirdim ve işin hoş tarafı polaroid fotoğrafı size bir anı olarak hediye ediyorlar. Mağaza karanlık ve sadece ürünler aydınlatılmış vaziyette. Mağazada sanki bir gece kulübü havası yaratılmış ve sesli müzik eşliğinde alışverişinizi yapmanız mümkün.

Londra’da alışveriş demişken Knightsbridge’de yer alan “Harrods” tan bahsetmemek olmaz. Strazburg'ta tanıştığım Pakistan’lı arkadaşımla buluşup, Harrods'a gittik. Harrods çok katlı bir alışveriş mağazası ve burada ünlü tasarımcılara ait parçaları ve değişik markaları bulabileceğiniz gibi, Venedik’te meşhur olan Florian Cafe ve diğer cafelerin şubelerini de bulmanız mümkün. Burada kadın, erkek, aksesuar, kozmetik, yemek, şarap, hediyelik, ev eşyaları ne isterseniz bulmanız mümkün.

Harrods mağazasının giriş katı ise gurme katı olarak tasarlanmış burada birbirinden leziz yiyecekleri tatmanız mümkün. Aç olmasanız bile gelen kokulara dayanamayıp kendinizi bir anda bir şeyler atıştırırken bulmanız mümkün. Mağazada “Egyptian Escalator” Mısır yürüyen merdiveninin olduğu kısım da mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir köşe.

Londra alışveriş açısından çok zengin bir şehir. Şehrin her tarafından birbirinden değişik ve özel butikler bulabilirsiniz.

Müze Turu:

Londra sanat, tarih ve müze sevenler için adeta bir cennet. Burada pek çok müze bulunmaktadır. Burada önemle belirtilmesi gereken husus özel müzeler dışında müzelerin ücretsiz olduğu hususudur. Bende kaldığım 4 gün boyunca merak ettiğim British Museum, Tate Modern ve The National Gallery’i gezme fırsatım oldu. Bunların hiçbirisine giriş ücreti vermedim. Müzelerin girişinde ise sadece bağış yapabileceğiniz hususu belirtilmektedir.

British Museum: Bu müze Dünya’nın her tarafından getirilen eski çağ eserleri ve etnografya koleksiyonlarını kapsamaktadır. Tarihe meraklı olduğum için benim en çok dikkatimi ve ilgimi çeken bu müze oldu. Burada Mısır eserlerinin yer aldığı giriş katı gerçekten de muhteşem. Özellikle mumyalar, kabartmalar, sfenksler ve heykeller inanılmaz. Her gittiğim yurtdışı müzelerinde Türkiye’den de izler aradığım için müzenin 54 numaralı odası “Ancient Turkey” Eski Türkiye’den olan tarihi eserlere ayrılmış.


Tate Modern Museum: Burası ulusal ve uluslar arası modern sanat eserlerinin sergilendiği bir müzedir. Modern sanatla daha önce pek ilgilenmediğim ve bu nitelikte gittiğim ilk müze olduğu için burası da ilgimi çekti. Burada birbirinden değişik ve ilginç modern sanat eserlerini incelemeniz mümkün olduğu gibi, özel odalarda modern sanatla ilgili videoları da izleyebilirsiniz. Bu müzenin bazı bölümleri genel ziyarete kapalı olup, özel sergiler mevcuttur. Bu kısımları ücret ödeyerek gezebilirsiniz. Ben ordayken “A Bigger Splash: Painting after Performance” sergisi vardı. Sergileri müzenin web sitesinden http://www.tate.org.uk/visit/tate-modern takip edebilirsiniz. Ama müzede en sevdiğim kısım cafe kısmıydı. Cafe kısmı Thames Nehri manzaralı olup, St. Paul katedraliyle karşı karşıya. Cafenin terasında oturup bu eşsiz manzarayı izlemenizi tavsiye ederim. Müze geziniz bittikten sonra müzenin önündeki Millennium Bridge‘den Thames nehrinin üzerinden yürüyerek St. Paul Katedraline gitmeniz mümkün. Millennium Bridge’dan yürürken Londra’nın eşsiz manzaralarını yakalamanız da mümkün.




The National Gallery: Londra’nın önemli meydanlarından birisi olan Trafalgar Square’de yer almaktadır. Burada, on üçüncü yüzyıl- yirminci yüzyıl aralığında pek çok tabloyu incelemeniz mümkündür. Yalnız burada görevliler fotoğraf çekilmemesi konusunda oldukça temkinliler. Kalıcı koleksiyonunun yanı sıra müzelerden ödünç alınan eserlerde burada sergilenmektedir. Yine burada ellerinde fırçaları ve karakalemleriyle değerli tabloların  eskizlerini çıkaran pek çok kişiye rastlayabilirsiniz. Bu müze bana Louvre Müzesi’ni anımsattı.


National Maritime Museum: Bu müze Greenwich’te yer almaktadır. Greenwich’e kadar gidince, denizcilik ilgi alanım olunca bu müzeye de gittim. Burası kendi alanında dünyanın en büyük denizcilik müzesiymiş. Burada deniz kuvvetlerine ait savaş gemilerini, denizcilerin verdiği mücadelelerin resimleri, denizcilikle ilgili kitapları, çeşitli pusulaları bulmanız mümkün. Burada II. Dünya Savaşından sonra Almanya’dan getirilen çeşitli gemi modellerini ve tablolarını da bulmanız mümkün.  Kısaca denizcilikle ilgili aradığınız her şey burada.

Kültürel Etkinlikler:

Londra’ya gelip, müzikal izlemeden Türkiye’ye dönmek olmazdı. Ancak bunun için biletlerinizi Londra’ya gelmeden önce internetten almanızı tavsiye ederim. Böylece istediğiniz yerden bilet alma imkânınız olabileceği gibi yer olmadığı için kapıdan dönme ihtimalinizde ortadan kalkar. 

Ben de Londra’ya gitmeden önce uzun zamandır merak ettiğim “The Lion King”  ve        “Mamma Mia” müzikali arasında kararsız kalmıştım. Ancak kararımı Aslan Kral müzikalinden yana kullandım. Londra’da ünlü müzikallerin sergilendiği tiyatrolar “Leicester Square” civarında konumlanmış. Burası geceleri ışıl ışıl oluyor. The Lion King müzikali Wellington St.de yer alan Lyceum Theatre’da sergilenmekteydi. The Lion King pek çok önemli ödüllere sahip bir müzikal ve insan bu müzikali izlerken şarkıların- dekorun renk cümbüşüne ve büyüsüne kapılıyor. İzlerken kendinizi gerçekten de ormanın içinde aslanlarla, zürafalarla iç içe hissediyorsunuz.  Şayet Londra’daysanız mutlaka bir müzikale veya operaya gitmeden dönmeyin! Müzikallerin çoğu Leicester Square'de yer almaktadır. Aslan Kral'ın benim için diğer bir özelliği de henüz küçükken Almanya'da annemle onun sinema filmine gitmiş olmam :) 



Hafta sonu İçin Alternatifler:

Camden Town: Burası Londra’nın kuzey tarafında yer almaktadır. Burasının Pazar günleri oldukça kalabalık olduğunu duyduğum için bende Pazar sabah ve öğle saatlerimi buraya ayırdım. Ama Pazar günü erken saatlerde bile buranın bu kadar kalabalık olacağı aklıma gelmezdi. Burası oldukça kopuk, çılgın ve marjinal bir semt. Marjinal tiplere de rastlamanız an meselesi. Bende “Adams Family” tarzında ve punkçı ortalarda gezen pek çok insan gördüm.  Tattoo, dövme, piercing stüdyolarına ve en uçuk kıyafetlerin satıldığı mağazalara rastlamanız an meselesi.  

Açık hava pazarı kısmında ise oldukça makul fiyata birbirinden leziz “Dünya mutfaklarını” tatmanız mümkün. Burada herkes eline bir yemek alıp, kanal kenarında motorsiklet şeklinde taburelerde oturup kanal manzarasını izlemektedir. Mağazalarda birbirinden ilginç vintage ürünlere göz gezdirip, alışveriş yapabilirsiniz. Burada yer alan “Cyberdog” isimli mağazada oldukça ilginç ve buradan ışıklı t-shirtlerden almanızı tavsiye ederim. Eskiden at pazarı olarak kullanılan Stables Market kısmında ise at heykelleri ortaya hoş bir ambiyans katmaktadır.

Notting Hill  : Nothing Hill filminden akıllara kazanan sahneler, Portobello Road’da çekilmiştir. Burası yan yana rengârenk şirin evlerin dizildiği güzel bir caddedir. Portobello Road, Londra’nın batısında Kensington ve Chelsea Royal Borough of Nothing Hill semtinde yer almaktadır. Şayet cumartesi günü Londra’daysanız mutlaka burada kurulan pazarı ziyaret edin.  Burada 2. El ürünlerin satıldığı pek çok ürünü bulabileceğiniz gibi, değerli antika ürünlerini ve hediyelik eşyaları da bulmanız mümkün. Yalnız pazarda satılan ürün yelpazesini bu kadar basite indirgemek mümkün değil. Benim ilgimi çeken ise 2.el plakların satıldığı tezgâhlar oldu. Burasının koleksiyoncular için adeta bir cennet olduğunu da belirtmeliyim.



Turistik Yerler:

Londra’ya kadar gidip Big Ben, Buckingham Sarayı, meşhur Tower Bridge, London Eye ve Piccadily Circus’a gitmeden dönmek olmaz. Yine vaktiniz varsa Prens William ile Kate Middleton’ın evlendiği Westminster Abbey  ve Lady Diana ile Prens Charles’ın evlendiği St. Paul Katedrali’ne gitmenizi tavsiye ederim.

Londra’da en çok turistik yerlerin birbirine yakın olmasını sevdim. Turistik yerler Zone 1’de yer almakta. Hava şansınıza güzelse, hepsini yürüyerek gezebilirsiniz. Ama yürümek istemiyorsanız Zone 1 için geçerli olan yaklaşık 7.50 Pound’luk günlük metro kartı alıp gezmeniz mümkün. Londra metro açısından oldukça zengin bir şehir. İstediğiniz her yere metroyla kısa sürede ulaşmanız mümkün.

Big Ben: Big Ben Westminster Sarayı’nın ( Parlemento Binası’nın) yanındaki saat kulesidir.  Bu yapı İngiltere’nin önemli simgelerinden birisidir.


Buckingham Sarayı: Bu saray Kraliyet ailesinin oturduğu saray olup sarayın önündeki Victoria Anıtı’da önemlidir. Buckingham Sarayı’na doğru bakarken gözümün önünden Prens William ile Kate Middleton ve Kraliyet Ailesi’nin meşhur balkondan halkı selamlarken ki görüntüleri gözümün önüne geldi. Ben Buckingham Sarayı gezimi son güne ve öğleden sonraya bıraktığım için maalesef asker değişim törenine denk gelemedim. Asker değişim töreni gün içinde sadece bir sefer yapıldığı için saatini öğrenip o zaman gitmenizi tavsiye ederim.

Tower Bridge: Diğer turistik yapılara nazaran uzak mesafede olan Tower Bridge’dır. Ben köprüye gece gittiğim için görüntüsü daha da göz alıcıydı. Işıklandırmalar çok güzel duruyor. Anılan köprü de İngiltere’nin en çok bilinen yapısı olup, Thames nehri üzerinde yer almaktadır. Köprü yüksek seviyeden iki yatay yürüyüş yolu ve aşağıdan bir araba yoluyla birbirine bağlanmış iki kuleden oluşmaktadır. Köprüden yürüyerek geçmeniz mümkün.

London Eye: London Eye Avrupa’nın en yüksek dönme dolabıdır. London Eye 1999 senesinde yapılmış olup, kısa zamanda Londra’nın simgesi haline gelmiştir. Burada bir kapsüle binip, Londra’yı kuşbakışı tepeden izleyip güzel kareler yakalamanız mümkün. Ancak dönme dolaba binmek için uzun bekleme sürelerini göze almalısınız. Ben beklemekle uğraşamam diyorsanız da gitmeden önce kategorilere göre satılan biletlerinizi  www.londoneye.com sitesinden almanızı tavsiye ederim.


Piccadily Circus: New York için Times Square ne ise, Londra için de Piccadily Circus o dur. Burası Londra’nın en ünlü ve işlek kavşağı olup, sürekli olarak turistlerin akınına uğramaktadır. Bu kavşak geceleri billboardlarda yer alan reklamlar sayesinde neon ışıklarıyla aydınlatılıp ışıl ışıl bir görünüme kavuşmaktadır. Turistler Eros heykelinin etrafındaki merdivenlerde oturup meydanı izlemektedirler.

Hyde Park: Buraya şehrin akciğeri desem hiç yanlış olmaz. Burası adeta şehrin ortasında bir deha. Buraya da New York’un Central Park’ı diyebiliriz. Burada göl kenarında keyifli bir yürüyüş yapabilir, bisiklete binebilir ve güzel havalarda kendinizi çimlere bırakıp tüm stresinizi atabilirsiniz.

 

Küçük Kaçamaklar:

Londra’nın etrafını da merak ediyorsanız Oxford, Cambridge iyi bir alternatif olabilir. Hatta daha da vaktiniz varsa Edinburgh güzel bir alternatif olabilir. Ama benim çok vaktim olmadığı için coğrafya derslerinden hep merak ettiğim meridyenlerin başlangıç noktası olan Greenwich Gözlemevi’ni tercih ettim.

Greenwich: Londra şehir merkezinden Greenwich’e gitmek için farklı alternatifler bulunmakla birlikt, metro ve otobüs yolculuğu dâhil yaklaşık olarak 1 saatte Greenwich Gözlemevi’ne ulaşmak mümkün. Buraya gitmeden önce bazı arkadaşlarım oraya gitmekle vakit kaybetmemem gerektiği, onun yerine Londra’da daha çok vakit geçirmemi tavsiye etmişlerse de iyi ki gitmişim. İnsan kendisini burada Londra’dan daha farklı bir havada, klasik bir İngiltere kasabasında hissediyor. 

Greenwich'e Nasıl Gidilir? Buraya gitmek için gri metro hattı ile Stratford istikametine doğru giden metroyu kullanmak gerekiyor. North Greenwich ise inilecek olan durak. Yalnız North Greenwich Zone 2’de yer alıyor ona göre bilet almayı unutmayın. North Greenwich istasyonu diğer metro istasyonları göre daha yeni bir istasyon ve istasyondan çıkar çıkmaz sizi dünyaca ünlü starların konser verdiği O2 Arena karşılıyor. 

Greenwich Gözlemevi’ne ulaşmak için ise metro istasyonunun hemen çıkışında yer alan çift katlı kırmızı otobüse binerek National Maritime Museum durağında iniyorsunuz. Zaten otobüsten neredeyse herkes o durakta iniyor. National Maritime Museum’un arkasındaki yemyeşil yolu takip ettiğinizde tepede Greenwich Gözlemevi sizi bekliyor olacak. 

Tepeye çıkarken soluk soluğa kalsanız da Londra’nın görüntüsü sizi sizden alacaktır. Gözlemevine giriş £7 ‘dur. Gözlemevinin bahçesinde meridyenlerin başlangıç noktasını bulup, kendi ülkenizin hangi meridyenlerde yer aldığını da bulmanız mümkün. Bende hemen arayıp İstanbul’u buldum. Greenwich Gözlemevi gerçekten de farklı bir deneyim oldu.


(02 istasyonundan çıktığınızda 5 dakikalık bir yürümeyle Emirates Hava Yolu ( Yani Thames telefriklerine) ulaşmanız mümkün. Telefriklere binerek Thames nehrinin üzerinde kuşbakışı bir gezi yapmanız mümkün.)


YEMEDEN DÖNMEYİNİZ: Yukarıda belirttiklerimin yanı sıra Londra’da İngiliz tarzı bir puba gitmeden, bira eşliğinde fish&chips ve yanında bezelye salatası yemeden, İngiliz usulü domates soslu fasülye eşliğinde kahvaltınızı yapmadan ve sütlü çayınızı yudumlamadan asla dönmeyiniz.