25 Ocak 2016 Pazartesi

Gülümsemeye dair şaşırtıcı gerçekler: Hangi gülümseme ne anlama geliyor?

Vücut dili kullanımının en belirgin özelliklerinden olan gülümsemenin farklı çeşitleri, altında farklı anlamlar barındırıyor. Tıpkı hissederek gülümsemenin ve mutlu olmadığımız halde gülümsemenin karşımızdaki kişiler tarafından hissedilebiliyor olması gibi, nasıl güldüğümüzün de karşımızdaki kişiler tarafından algılanış biçimi farklılıklar gösterebiliyor.

Dudakları kapatarak gülümsemek

Dudaklar kapalı şekilde gülümsemek, gülümsemenin en yaygın olarak kullanılan çeşitlerinden biri. Kolay yapılabiliyor olması, gülümsemek istemediğimiz ancak gülümsememiz gereken durumlarda karşı tarafa kibar ve nazik bir tepki vermeyi daha kolay hale getiriyor. Dudaklar kapalı olarak gülümsemek, çoğunlukla samimi algılanmayan bir gülümseme biçimi. Gerçekten hissederek gülümseyen kişilerden dişlerini göstererek gülümsemelerini bekliyoruz. Her ne kadar orta dereceli bir samimiyet belirtisi olarak algılansa da, karşımızdaki kişinin gülümserken dişlerinin beyazlığına güvenmiyor oluşunun ya da dişlerindeki problemleri gizlemek isteyişinin de dudaklarını sıkı şekilde kapatarak gülümsemeyi tercih etmesinin sebebi olduğunu da aklımızın bir köşesinde bulundurmakta fayda var.

Kendini beğenmiş gülümseme

Kendini beğenmiş ve odağın kendisinde olmasını isteyen insanların çoklukla kullandığı bu gülümseme çeşidinde, dudaklar genelde kapalı ve gülümseme sağa ya da sola çekilmiş olarak bulunuyor. Zaman zaman dudakların aralık olduğu ya da üst dudağın biraz daha kalkık tutulduğu durumlarda da gözlenebiliyor. Dudaklarla birlikte kaşlarda da bir tarafı kaldırmak gülümsemeyi tamamlayıcı olarak kullanılabiliyor.

Kendini beğenmiş şekilde gülümseyen insanların bir çoğu bulunduğu ortamda lider konumunda olmak isteyen ve odak noktası olmak isteyen kişiler. Kalabalık bir ortamda iletişim kurduğunuz kişilere bir süreliğine bu şekilde gülümsemeye devam ettiğinizde sizinle konuşurken çok daha dikkatli ve gergin olduklarını hissedebilirsiniz.

Yarım gülümseme

Kendini beğenmiş gülümsemeye oldukça benzeyen bu gülümseme türü, asimetrik bir görüntü yarattığı ve tam olarak ne yaptığınızın anlaşılmaması nedeniyle en karmaşık ve en farklı tepkiler alabileceğiniz gülümseme çeşidi. Kendine güven, utanma, ilgi, kızgınlık, dominantlık gibi birbirinden çok farklı duyguları yansıtabiliyor.

Ağız açık gülümseme

Ağız açık olarak gülümseme, dişlerin tamamının gösterildiği gülümseme çeşidinden farklı olarak, kahkaha atarken çekilmiş bir fotoğraf görüntüsünü andırır. Bu gülümseme de, şaşırtıcı şekilde çoğunlukla yapay ve samimiyetsiz bir imaj yansıtır. Her ne kadar yapay olsa da, bu şekilde gülümseyen kişiler çoğunlukla umursamaz, ben merkezci ve eğlenceli kişiler olarak tanımlanır. Özellikle fotoğraflarda fotojenik görünmenin en kolay yollarından biri, tüm dişleri göstermek ve ağzınızı olabildiğince açmak. Tabii ki öğle yemeğinde dişinizde maydanoz kalmadığından ve dişlerinizin yeterince beyaz olduğundan emin olduktan sonra:)

Bu içerik http://www.uplifers.com/ tarafından hazırlanmıştır. 

 

Bir boomads advertorial içeriğidir.

22 Ocak 2016 Cuma

BÜKREŞ GEZİ REHBERİ



Almanya’da bir seminer vesilesiyle tanışmış olduğum Romanyalı arkadaşım Mariuca yani kısaca Mia’yı tanıdıktan sonra hep bir Bükreş’e gitme hayalim vardı. Onunla o zamandan beri irtibatımızı koparmayıp sürekli bir iletişim halindeydik. Romanya benim için aynı zamanda severek dinlediğim şarkıların şarkıcıların memleketi. Örn: Edward Maya, Akcent.. Ülkemizde de zaten son zamanlarda bir Romen şarkıcı furyası gidiyor.

Strasbourg’ta da Malta’lı ve Romenlerden oluşan bir grubumuz vardı. Onlarla da Romence  Dragos Tei isimli şarkıya takmıştık. :D

Neyse gelelim konuya.

Kasım 2015’te Bükreş’te bir seminer olunca fırsat bu fırsat değerlendirelim dedik. Lizbon grubumuzun küçük bir kadrosu da bu ekibe dâhil oldu ve böylece ben- Birgül- Özge-Özgür Bükreş yollarına düştük. Biz Çarşamba gününden Bükreş’e gittik, bu ekibimize Cuma akşamı eşlerimiz de dâhil oldu. Pazar akşamı da dönüş yaptık. Böylece 4 gece 5 günlük Bükreş seminer maceramız başlamış oldu.

Eşim Hakan’ın İstanbul aktarmalı Bükreş seferi Pegasus Havayolları ile gidiş dönüş toplam bileti 200 TL’ye mal oldu. Ankara’dan Atatürk Havalimanı’na uçmanın bedeli bile yaklaşık olarak 400’e mal oluyorken bu fiyat oldukça iyiydi. Bunu da dipnot olarak belirteyim  Pegasus’un bu tarz kampanyalarını takip etmenizi tavsiye ederim. 

Bu da uçmadan önce kızlarla Lounge keyfimiz:



 Bükreş'e yaklaşırken: 




Bükreş- Kont Drakula Şatosu- Taksi:

Ben gitmeden önce Bükreş’te ne yapılır, nereye gidilir, nerede yenir gibi bilumum konuları çoktan araştırmıştım. Romanya denilince akla tabii ki Kont Drakula yani Kazıklı Voyvoda geliyor. Romanya’ya gelince yapılması gerekli aktivitelerin başında Drakula Şatosunu  ziyaret etmek geliyor. Burası Bran Şatosu olarak biliniyor. Ancak bizim zamanımız kısıtlı olduğu için maalesef Drakula Şatosuna gidemedik. Drakula Şatosu Bükreş’ten arabayla yaklaşık 3.5 saat uzaklıktaymış. Gitmeden önce belki fırsatımız olur Drakula Şatosuna gidersek diye Taxi Bucharest’le mailleşmiştik. Kendisi Bükreş merkezden Drakula Şatosuna gidiş ve tekrar dönüş şoförlü aracın Minivan Mercedes Vito veya Fiat Scudo’nun 160 Euro olduğunu belirtti.  Belki ilginizi çeker diye bu anekdotu da burada paylaşıyorum.

Taksi :

Gitmeden okumuş olduğum yazılarda Bükreş’te taksi dolandırıcılığının çok olduğu, taksilerin ayrı ayrı tarifelerinin bulunduğu, turist olduğunuzu anlayınca farklı fiyat çektiklerini okumuştum. Biz 4 gün boyunca böyle bir durumla hiç karşılaşmadık.   Zaten taksilerin üzerlerinde fiyat tarifeleri hep yazıyor. Fiyatlarda Türkiye ile kıyaslandığında oldukça uygun. 

Bükreş yani Otopeni Havalimanında taksi çağrılması konusunda yeni bir sisteme geçilmiş. Pasaport kontrolünden geçtikten ve bagajlarınızı alıp gümrükten de çıkışınızı yaptıktan sonra çıkış kısmına geldiğinizde sağ tarafa dönün. Orada bankalardaki gibi gişematik var. Gişematikin üzerinde yaklaşık 10 tane taksi firması var ve üzerinde hepsinin tarifesi yazıyor. Lüks bir araçla şehre gitmek istiyorsanız onun tarifesi daha yüksek. Biz tabi ki en ucuz taksi şirketinin olduğu butona bastık. Buton bize taksi plakasını, taksi şirketinin adını ve kaç dakikada ön kapıda olacağını gösterir bir çıktı veriyor onunla havalimanının dışına çıkıp taksinizi bekliyoruz. Bizim taksimiz 3 dakika içerisinde kapının önündeydi. O çıktıyı da taksi şoförüne veriyorsunuz. Havalimanından taksiyle şehir merkezi trafiğin durumuna göre yaklaşık yarım saat sürüyor.

İstanbul’dan Bükreş uçakla yaklaşık 50 dakika sürüyor yani bir hafta sonu gitmek için önünüzde hiçbir engel yok :)


Para Birimi- Lei:

Size tavsiyem benim yaptığım hataya düşmemeniz, Romanya’ya önceden Lei veya Euro alarak gitmeniz. Her ne kadar Romanya Avrupa Birliği ülkesi olmasına rağmen, para birimi Lei. Önceki seyahatlerimde hiç böyle bir hata yapmamıştım. Bi an boş bulunduğumdan ve daha önce birkaç döviz bürosunda Lei bulamadığımdan dolayı nasıl olsa  İstanbul Havalimanında Lei bulurum diye düşündüğümden TL ile gittim. Ancak ne Ankara Havalimanı ne de İstanbul Havalimanında Lei yoktu. O an basiretim bağlandığı için Euro almakla da uğraşmadım. Uçaktan indikten sonra pasaport sırasında beklerken hiç döviz kuruna da dikkat etmeden elimdeki TL’yi bozdurdum. TL Lei’den daha değerli olduğu için normalde Romanya tatili çok ucuza mal olacakken ben ülkeye adımımı eksi parayla atmış oldum :D Yani Euro alsam yine böyle bir zararım olmayacaktı. Neyse sağlık olsun diyelim. Size tavsiyem gitmeden önce yanınızda Lei bulundurmanız  veya Lipscani bölgesinde yer alan döviz bürolarında TL’nizi bozdurmanız.

Bunlar da rengarenk Lei'ler. Plastik gibi bir maddeden yapıldığı için buruşmuyor ve suda ıslanmıyor. Bana çok mantıklı geldi. 




Otel: 
Bizim otelimiz merkeze oldukça yakın olan Hotel Central’di.  Otelin içi  restore edilmiş. Bükreş’te otellerin fiyatları diğer ülkelere nazaran oldukça uygun. Almanya-Fransa’da neredeyse 2-3 yıldızlı otellere vereceğiniz parayla Bükreş’te 5 yıldızlı otelde (kahvaltı dahil) kalabiliyorsunuz. Bizim seminerimiz Romanya HSYK’sında olduğu ve en yakınında bu otel olduğu için bunu tercih ettik. Otelin içi temiz, ufak bir kahvaltı salonu da mevcut.

Onun dışında bütçenize uygun otelleri Booking’ten bakabilirsiniz. Ramada Otelin Türkler tarafındna işletildiğini duydum. Lüks otellerden birisi de Hilton Oteli.


Bükreş’te yeni bir bina görmeniz mümkün değil. Hepsi Komünist dönemden kalan eski gri iç karartıcı binalar. Bükreş’e gitmeden önce size tavsiyem Çavuşesku hakkında bilgi edinip öyle gitmeniz. Böylece bazı yerleri gezerken daha iyi pekiştirip, anlayacaksınız, o zamanın koşullarını gözünüzde canlandırmaya çalışacaksınız. Bükreş’te Komüzmin etkilerini buram buram hissedeceksiniz. Çavuşesku ülkesi zor durumdayken Dünyanın en büyük 2. Yapısı olan Sarayı yaptırmış ancak tamamlandığını göremeden idam edilmiştir.

1.GÜN: 

İlk gün otele gider gitmez valizleri odaya yerleştirdik ve Birgül’le birlikte lobiye indik. Biz lobiye inene kadar en son 4 sene önce gördüğüm Mia tam karşımdaydı. Onunla sarılıp öpüştükten sonra Mia’nın işe yetişmesi gerektiği için bize Lipscani’de ufak bir tur attırdı.

Cartureşti Kitapevi:

Bükreş’e gitmeden önce yapmış olduğum araştırmalarda bu kitapevi dikkatimi çekmişti. Mia’ya bizi oraya götürmesini rica ettim.  Kitapevi tam bir huzur yeri. Instagram’a da Bükreş’ten ilk fotolarımızı bu kitapevinden koyduk ve görenler anında ne güzel bir yer diye yorumda bulunmaya başladılar. Kitapevinde bir cafede mevcut. Burada çayınızı yudumlayabilir, kitabınızı okuyabilir, kırtasiye malzemelerinizi ve hediyelik eşyalarınızı alabilirsiniz. 



Chocolat- Pastane:

Mia’nın çok vakti olmadığı için bizi Bükreş’in en iyi pastanesi olduğu söylediği yere yani Chocolat' a  götürüp, buranın en iyi pastasının olduğunu söylediği pastasından ısmarladı.  Girişteki makaronlar da oldukça cezbediciydi.




Pastanenin hemen yanında bulunan bir restaurant dikkatimi çekti. Dışarıdan oldukça değişik bir ambiyansı var mekânın dekorları dış kısma taşmış. Restaurantın girişinde tepede mısırlar, biberler vs. asılı idi. Restauranta bakınca onun methini çok duyup, Türkiye’den ertesi akşam için rezervasyon yaptırdığım restaurant olduğunu fark ettim. Böylece tercihimde ne kadar doğru bir seçim yapmış olduğumu bir kez daha anladım :D

Daha sonra Birgül’le birlikte tekrar otele gidip Özge ve Özgür’ü aldık. Lobiden çıkarken Lizbon’da tanışmış olduğum ünlü hukukçu Stephen Mason'un da aynı otelde kaldığını gördük ve onu da aramıza katıp gece geç saatlere kadar gezdik. 4 Türk, 1 İngiliz güzel bir grup oldu :D

Atatürk Büstü-Odeon:

Bugün günlerden 11 Kasım’dı ve arkadaşlarımı nereye götürdüğümü söylemeden size bir sürprizim var dedim ve onları Ramada Otel’in bulunduğu Odeon Tiyatrosunu’nun olduğu alana sürükledim. Ve işte sürpriz tam karşımızdaydı. Burada Atatürk’ün bir büstü bulunuyor. Bükreş’te Atamızı ziyaret etmek hem de 10 Kasım’ın ertesi günü bizim için büyük bir onur oldu. 

Lipscani-Old Town Bölgesi:

Bükreş’te asıl gezilmesi gereken bölge Lipscani (Eski Şehir) bölgesi ben o kısmı çok sevdim. Hep oralarda dolandık. Zaten Bükreş’te  gezilmesi gereken yerler yürüme mesafesinde. Bu bölgenin en ünlü caddesinin ismi Lipscani. Trafiğe kapalı bu alanda kafeler, restaurantlar, barlar ve hediyelik eşya dükkânları bulunuyor. Buralarda gezerken Koton’u, Garanti Bankasını ve pek çok Türk markasını da göreceksiniz.

Arkadaşlarıma da meşhur kitapçıyı gösterdikten sonra Lipscani sokaklarında usulca gezmeye başladık. Lipscani yani oldtown bölgesi adeta şehrin kalbinin attığı konum durumunda. Ardı ardına bulunan sokaklarda pek çok restaurant, cafe, pastane ve bar bulunuyor.  Bu kültür oldukça yaygınlaşmış durumda. Ben ve diğer arkadaşlarımda burada gezerken aynı şeyi düşündük restaurantların ve cafelerin hepsinin dekorasyonu bir farklı, bir tarz.


La Bonne Bouche:
Lipscani sokaklarında gezerken, instagrama bakarken takipçilerimden birisinin Lipscani bölgesinde La Bonne Bouche isimli bir restaurantı bize tavsiye ettiğini gördüm. Zaten bizde artık akşam olduğundan ve acıkmış olduğumuzdan dolayı öneriye uyalım dedik. Zaten o akşam için spontane hareket ederiz, sokaklarda dolanırken hoşumuza giden bir yerde yemek yeriz diye düşündüğümden herhangi bir yere rezervasyon yapmamıştım . Instagramdan gelen tavsiyeye uyduk ve o lokantaya gittik. Bu mekanda otururken sanki evinizin kütüphanesinde oturuyorsunuz hissiyatı oluşuyor. Masaların etrafı kütüphaneyle çevrili ve her yerde kitaplar bulunuyordu. Ayrıca masada kalem kutusu bulunuyor ve içinde kurşun kalemler mevcuttu. Böylece bir şey yazmanız, not tutmanız gerektiğinde servisin üzerine yazıp çiziyorsunuz. Ben tercihimi somon balığından yana kullandım ve yemek oldukça başarılıydı.  Mekânın tuvaleti de kütüphane şeklindeydi.






Her ne kadar Bükreş bir Avrupa Birliği şehri olmasına rağmen, kendisine özgü kurallarını yitirmiş değil. Kapalı mekânlarda sigara içme yasağı bulunmuyor. Masaların bir kısmında sigara içilebiliyorken, bir kısmında içilmiyor.  Tabi içilmeyen masaya da otursak üstümüz başımız sigara kokuyordu.

Bol muhabbet keyfinden sonra  otelin yolunu tutmadan önce Pentagon’dan sonra Dünyanın en büyük 2. Yapısını gece gözüyle görmek istediğimden dolayı Çavuşesku Sarayı’na doğru yürümeye başladık. Stephen Mason’un Bükreş’te 2. seferi olduğundan dolayı bu lokantadan çıktıktan sonra yaklaşık 10 dakika ıssız sokaklardan Komünist Dönemi yapılan binaların arasından yürüyüp Çavuşesku Sarayı’na ulaştık. İşte tam karşımızda Çavuşesku Sarayı  bulunuyordu. Bununla ilgili efsane hikâyeleri dinleyince şaşırırsınız. Tamam Saray oldukça büyük ve ihtişamlı ama o zamanın koşullarında buna gerçekten değer miydi diye düşünmeden edemiyor insan. O yüzden yukarıda da belirttiğim gibi mutlaka Çavuşesku ve Saray hakkında bilgi sahibi olun. Sarayın ışıklandırılmış halini görünce wowww dedik Saray gerçekten de devasa gözüküyordu.


2.GÜN:



Bugün seminerimizin 1. Günü olduğundan dolayı tüm gün seminerdeydik. 

Stephen Mason'la ben: 
 




Birgül-Ben-Özge:


Cismigiu Parkı- Gradina Cismigiu- Çeşmeci Parkı: 
Yalnız öğle arasını tam seminerin bulunduğu yerin karşısında bulunan, şehrin tam ortasında yer alan ve Bükreş’in de meşhur parklarından birisi olan Çeşmeci Parkında geçirdik. Çeşmeci Parkı o kadar güzeldi ki. Bükreş’te bize bulunduğumuz süre zarfında sürpriz yapıp güzel havasını ve güneşli yüzünü bize gösterdi. Bu park Bükreş Belediyesinin karşısında yer alıyor. Çeşmeci Parkının ana girişi Regina Elisabeth Caddesinde yer alıyor. Burası da Bükreş’in meşhur caddelerinden birisi.

Bükreş’in ciğerleri konumunda olan ve adeta vaha konumunda olan parklardan birisi  Çeşmeci Parkı, diğeri ise Herastrau Park.

Parkta yeşilin her tonunu, sonbaharın güzelliğini, çocuk parkını, pusetleriyle gezen insanları, sporunu yapan koşan insanları, bir bankta kitap okuyan insanları keşfedebilirsiniz. Parkta dolaştıktan sonra huzur bulduğumuzu hissettim. Bu parkın güzelliği karşısında ben-Birgül ve Özge’ye düşen tek görev poz vermekti :D



 
 







Çeşmeci Bahçesinin arka kapısından çıktıktan ve yaklaşık 5 dakika yürüdükten sonra Bohemia isminde şirin bir çayevi bulunuyor:




Yine bu çayevine yakın üzerinde Kont Drakula'nın olduğu bir mekan dışarıdan güzele benziyordu.


Emilia Cremeria- Pastane: 

Lipscani’de turlarken “Emilia Cremeria” isminde bir pastane keşfettik. Ambiyans, pastane, pastalar tek kelime ile muhteşemdi. Bence kesinlikle Mia’nın bizi ilk gün götürdüğü pastaneden daha güzeldi. Bükreş’te mutlaka uğramanız gereken noktalardan birisi de burası. Kasım ayının ortası olmasına rağmen akşam paltolarımıza sokulup açık havada pastalarımızın tadına baktık. Bay Mason ise şampanyasını içiyordu. Bu masada Mason’la o kadar dertleştik, birbirimize o kadar şeyler anlattık ki duygusal arkadaşım Birgül’ün  bir ara gözlerinden damlalar süzülüyordu :)




Caru Cu Bere:

Yemek saati gelince daha önce de rezervasyonumuz bulunan Caru Cu Bere Lokantasına geldik. İşte burası adeta zamanın durduğu bir mekan. Bükreş’e gelen herkesin mutlaka ama mutlaka uğraması gereken mekan. Ben bu mekânı çok sevdim. Belki de hayatımda gittiğim en güzel lokantalardan birisi unvanını da alabilir.

Caru Cu Bere bira fabrikası anlamına geliyor. Size tavsiyem gitmeden önce mutlaka rezervasyon yaptırmanız. Çünkü masaların çoğu rezerveli aslında mekân oldukça büyük ama haftaiçi olmasına rağmen bütün masalar doluydu. Giriş kat sigara içmeyenler için üst kat ise sigara içenler için ayrılmıştı. Bir de bodrum kat var ama orada olursanız tüm eğlenceyi kaçırırsınız. Şayet rezervasyonunuz yoksa bar kısmında biranızı yudumlayıp daha sonra masalar boşalınca masalara geçmeniz mümkün. Buranın kendisi ismiyle üretilen birası meşhur ve Türkiye fiyatlarıyla kıyaslandığında oldukça uygun. Büyük bardak bira yaklaşık 5 TL’ye geliyor.

Masamıza tavuk, ördek, kırmızı , beyaz şarap, salata ve acılı bir meze  getirdiler.  Yemeklerin hepsi lezizdi, tatlı da güzeldi.

Bu mekânın özelliği kısa aralıklarla ortaya dansçıların çıkması ve kısa süreli showlar yapmaları. Eğlenceye müşterileri de katıyorlar. Onun dışında Charlie Chaplin gibi bir amca ortada papağanı,  başka aksesuarlarıyla ortada geziyor ve onunla fotoğraf çekilebiliyorsunuz. Rusya’ya hiç gitmedim ama bu lokantada kendimi orada hissettim. Ne de olsa komünist düzen. Sanki bir müzede yemek yiyorduk. Buraya uğramadan sakın Bükreş’ten ayrılmayın.  

 



 
 
 

3.GÜN:

Bugünde seminerde günümüzü geçirdik. Seminer sonrasında Lipscani sokaklarında tur attık. 





Bükreş sokaklarında gezerken kurt heykellerine denk geleceksiniz:



Athenaum- Konser Salonu: 

Bu binayı gündüz bilet karşılığında içeri girip gezmek mümkün. Bizde içeri girip fotoğraflarımızı çektik. Burası Barok Kubbesiyle ilgi çekmekte olup, akustiğinin iyi olduğu söyleniyor.

Biz buradayken TV çekimi vardı. Opera Binasının alt kısmında bir resim sergisi vardı. Yani o sergi geçici bir sergi mi bilmiyorum. Orada Romen halkının devrim Devrim Meydanındaki görüntüleri, içlerine devrim kıvılcımlarının düştüğü anları gösteren görüntüler vardı. İnsan o fotolara bakıp ve şu an o sokaklarda gezdiğini düşününce bir garip hissediyor.


  


 





Athenaum’un hemen ön tarafında ise Bükreş’in en lüks otellerinden birisi olan Athenee Palace Hilton Bucharest bulunuyor. Bükreş’te tek gördüğüm iyi arabalar Hilton’un önünde bulunuyordu. Hatta işin ilginç tarafı Mia ve Valerian’a Hilton’un önündeki Ferrarilerden bahsederken onlar Bükreş’te şimdiye kadar Ferrari görmediklerini belirttiler. Bu otel eskiden meşhur Athenee Palace Otel olarak adlandırılmış, 1. Dünya Savaşı sırasında casusluk mücadelelerinin esaslı bir noktası olmuş ancak 1945’te bombardıman sırasında yıkılarak yeniden inşa edilmiş ve Hilton olarak hizmet vermeye başlamıştır. 

Kiliselerden birisi: 

Bükreş sokaklarında çok güzel güller satılıyor:




İtalyan Restaurantı- Trattoria La Famiglia:

Atheneaum Binasının hemen arka tarafında ara sokakta çok güzel bir İtalyan Restaurantı var ismi Trattoria La Famiglia” tavsiye ederim.




La Mama:

 Athenaum’un arka taraflarında La Mama diye bir restaurant var. Bu restaurantın Bükreş’in farklı yerlerinde de şubeleri mevcut. İçi bana biraz Alman birahanelerini andırdı. Burada Romen yemeklerini denemeniz mümkün.



French Revolution:

Athenaum’u önden baktığınızda Athenaum’un hemen sol arka çaprazında French Revolution adında ufacık bir dükkân göreceksiniz.  İçerisinde oturma yeri yok ama herkes sırada bekliyordu. Burada sadece ekler satılıyor. Eklerin fiyatı yaklaşık 10 TL’ye tekabül ediyor. Romanya’nın ucuzluğundan sonra bu dükkân insana pahalı geliyor. Ama eklerin tadı inanılmaz güzel mutlaka denemeniz lazım. Zaten dükkânın girişinde Tripadvisor logosunu göreceksiniz. Burası Türkiye’deki ufak cupcakecileri de andırıyor. Bu dükkândan sonra Birgül Türkiye’de böyle bir dükkân açmanın hayallerini kurmaya başladı kim bilir belki bir gün gerçek olur :)




Bükreş’te de caddeler oldukça geniş olduğunu belirtebilirim. Meşhur olan meydanlardan birisi de Piata Devolutiei yani Devrim Meydanı.
Piata Devolutiei-Devrim Meydanı:

Bu meydanın en önemli özelliği Nikolay Çavuşesku’nun iktidardan düşürülmesi eylemlerinin dünya televizyonlarında yayınlanmasıyla ortaya çıkmasıdır. Daha önce devrimden haberi olmayan Dünya buradaki görüntüler sayesinde durumdan haberdar olmuştur. Çavuşesku’nun başında bulunduğu Komünist parti merkezi burada olup, bu binanın balkonundan son konuşmasını yapmıştır. Halk ayaklanmaya başlayınca da binanın çatısından bir helikopterle eşiyle birlikte kaçmıştır. Ancak daha sonra helikopter aşağı indirtilmiş ve haklarında acele olarak muhakeme yapılmış ve kendisi ve eşi hakkında idam cezası verilmiş ve bu ceza hemen infaz olmuştur.





Caru Cu Bere:

Daha sonra akşam eşlerimiz Bükreş’e geleceklerinden dolayı otele gittik. Buluşma sonrası bu sefer onlarla hızlı bir Bükreş Lipscani bölgesi turu attık ve tabiî ki onlarla Caru Cu Bere’ye gittik. Bu sıralar saat henüz erken olduğu için masalar boştu ama bar kısmı doluydu. Eşlerimiz de mekanı oldukça beğendi ve Bükreş’e adım atar atmaz henüz sadece birkaç saat geçmiş olmasına rağmen kendilerini apayrı bir ortamda hissettiler.

NO 18 Lounge-Restaurant:

Bu akşam yemeği için Mia ve erkek arkadaşı Valerian ile sözümüz vardı. Onlar şehir merkezinin biraz dışında bulunan Herastrau Park’ın tam karşısında bulunan 2 gökdelenden bir tanesinin en üst katı olan No:18 Lounge’u ayarlamışlardı.  Otelden 2 taksi ayarlayıp No:18’e gitik. Burası Bükreş’e göre yeni 2 binaydı. Mia buradaki restaurantın menü fiyatlarının Bükreş’e göre ortalamanın üstünde olduğunu belirtmişti.  İnsanlar da oldukça şıktı. Cam kenarında olan masamızda Bükreş silüetini izliyorduk. Ben burada da tercihimi somon balığından yana kullandım. 2 kişi ana yemek-salata-içecek ve tatlıya yaklaşık olarak toplam 100 TL verdik. Herastrau Park’ı tepeden ve Bükreş’i silüeten izlemek için burası doğru bir tercih olacaktır. Türkiye’yle kıyaslandığında bir de burasının pahalı bir yer olduğu belirtilince fiyatlar oldukça uygundu. Mia bizi şık bir yere götürmek istediğinden ve şu an Bükreş’te trendy bir mekan olduğundan dolayı buraya getirdi ama bence klasik mekanlar daha güzeldi :D




Lipscani-Gece Hayatı:

Yemek sonrası otele gelince arkadaşlar yoruldukları için yukarı çıktılar. Biz Hakan’la Lipscani gece hayatını görelim dedik. Bu arada Lipscani’de Türk lokantaları  olduğunu da belirteyim. Lipscani bölgesinde gezerken bir anda Demet Akalın şarkıları duyarsanız hiç şaşırmayın. Gece hayatı oldukça hareketliydi ve mekânlar tıklım tıklımdı. Her yerden sesli sesli müzik sesleri yükseliyordu. Gündüz daha çok boş sokaklarında gezdiğimiz sokakların gece bu kadar kalabalık olduğunu görünce ister istemez şaşırdım.

Mekânların hepsinde dansçı kızlar bulunuyordu ve sesli müzik eşliğinde herkes eğleniyordu.  Bizde Hakanla yabancı şarkılar çalan Bordello” isminde bir  bara  girdik ve eğlendik. Aslında ben Romence şarkıları sevdiğimden dolayı  orada çalışan kişiye burada Romence şarkılar çalan yer var mı diye sorduğumda olumsuz cevap aldım.

Bükreş Lipscani’de gece 12’den sonra eğlence daha da artıyormuş nereden biliyorsunuz derseniz ertesi  gece, arkadaşlarım da Bükreş gece hayatını görsün diye 22.30 civarı gittiğimizde ortalık sessiz, mekânlarda daha boştu. Bende dün böyle değildi diyince çalışan görevli bana  “burada eğlence gece 00.00’dan sonra başlar” dedi. 

 Lipscani'de yer alan barlardan birisi: 

Gece Kulübü:

Aslında ben Lipscani bölgesini daha çok turistik sayfiye yerlerinde bulunan Barlar Sokağı tarzı yerlere benzettim. Onun dışında Bükreş gece hayatı için tavsiye edilen gece kulüplerinin başında Fratelli geliyor bilginiz olsun.  

Bu gece kulüpleri şehrin biraz daha dışarısında kalıyor. Mia’yla gece kulübü konusunda konuştuğumuzda bize insanların son 1 aydır gece kulübüne gitmekte temkinli davrandıklarını söyledi. Biz gitmeden önce gazetede de okumuştum Bükreş’in ünlü gece kulüplerinden birisinde büyük bir yangın çıkmış ve çok kişi ölmüş. Olayın sıcaklığını korumasından dolayı da gece kulübüne gidenlerin sayısında azalma olmuş.


4. GÜN:


Çavuşesku Sarayı:

Bugünkü istikametimiz randevumuz olan Çavuşesku Sarayı’ydı. Size buradan önemle belirtmem gereken husus Çavuşesku Sarayı için hangi gün ziyaret etmek istiyorsanız bir önceki gün 0040-213113611  telefonunu  saat 10.00-15.30 arasında arayıp randevu almanız gerektiği hususu. Ben Bükreş’e gitmeden bir hafta önce Sarayın içini gezmek için cic.vizite@cdep.ro mail adresine randevu maili atmıştım. Onlardan bana gelen cevapta bir önceki gün yukarıda belirttiğim telefon numarasını aramam gerektiği hususu belirtilmişti. Belirttikleri saatte biz seminerde olacağımızdan dolayı sağolsun Mia bizim için arayıp randevu almıştı.

Saray çok büyük olduğu için randevu saatinize dikkat edin. Bir de ziyaret için giderken yanınızda mutlaka pasaportunuzu bulundurun. Ziyaretçilerin kapısı Izvor Parkına bakan taraf. Tabi biz Izvor Parkına bakan taraftan girdikten sonra kalabalık gördükten sonra o sırada bekledik ama sonra fark ettik ki, o başka bir sıraymış. Tekrar o kapıdan çıkıp biraz ilerleyip o kapıdan içeri girdik.

Saraya girer girmez değişik bir koku alıyorsunuz. Küf/nem gibi bir şey. Oradaki gişeye gidip randevumuz olduğunu söyledim kadın listeye bakıp isimlerimizi teyit ettikten sonra hediyelik eşya dükkânını gösterip oradan biletleri almamız gerektiğini söyledi.

Hem dünyanın en büyük 2. Yapısı, hem de daracık hediyelik eşya dükkanından bilet almak için sıraya giriyoruz bana çok anlamsız geldi. İnsan biletleri ayrı odadan satar.

Biletlerin farklı versiyonları bulunuyor. Bir tanesinde sadece Sarayın içini görüyorsunuz, diğer alternatifte ise Sarayı ve Sarayın bodrumunu , en büyük üçlü pakette ise hem Sarayın içini, hem bodrum katı hem de teras kısmını gezme imkanınız bulunuyor. En pahalı olanda tabii ki üçü bir arada olan  paket. Bizim bulunduğumuz gün galiba terasta bir tadilat vardı çünkü o gün teraslı paket satılmıyordu. Bizde bunun üzerine bodrum katın da olduğu ikili paketi satın aldık. Ama size tavsiyem bence hiç bodrum katlı paketi almayın. Niye derseniz çünkü gerçekten de bir anlamı yok. Ben bodrumda baya gezeceğiz diye düşünürken sadece merdivenlerden bir yere indik orada durduk rehber 1-2 şey anlatıp tekrar yukarı çıktık. Hatta biz de arkadaşlarla geyik yaptık burası ne ya havalandırma borularını görmek için mi aşağıya indik diye.

Bodrum kata inmeden biraz önce parlamento salonuna gitmiştik. Rehberimiz salon hakkında bilgi verdikten sonra arkadaşlarla selfie çekilelim dedik. Birkaç tane selfie çekilirken baktık ki grubumuzdan kimse o salonda kalmamış :D Bizde hemen salonun önüne çıktık koridorda in cin top oynuyor. Hemen yandaki salonların kapılarını açtık ama oralarda da kimse yok. Böylece Dünyanın en büyük 2. Yapısında biz bize kaldık ortalarda hiç kimse yoktu: D Yaklaşık 5 dakika sonra  bizden sonraki grup geldi o grubun rehberine kaybolduğumuzu söyledik o da rehberimizin adını  sordu. Bizde adamı tarif ettik daha sonra telsizle ulaşıp bizi o grubun olduğu yere götürdü. Böylece sarayda kaybolma  maceramız da oldu. :D

Tur yaklaşık 1 saat sürüyor. Günümüzde bile Sarayın kullanılmayan pek çok odaları mevcutmuş. Rehberimiz saraydan şehre doğru tüneller olduğunu da söyledi ama yerini bilmediklerini belirtti. (pek inanmasam da)

BBC’de Top Gear programını izleyenler belki hatırlar bu bölümde Sarayın altındaki odalarda arabalar yarışıyordu düşününün Sarayın büyüklüğünü.













Sarayın ana salonunun olduğu kısım çok büyük bir meydana ve caddeye bakıyor. Zaten bu kısmın  önünde de teras bulunuyor. Rehber zamanında buranın çok ihtişamlı bir cadde olmasını Çavuşeskunun isteği olduğunu belirtti bize. Unirii Caddesine bakıldığında Champs Ellysee’nin kopyası gibi. Zaten Champs Elysee caddesi örnek alınarak bu cadde yapılmış.






 



Saray gezmemiz bittikten sonra o Caddeye gidip boydan boya gezdik ama bu kadar ölü bir cadde olabilir. Upuzun cadde de bir tane bile cafe yoktu. İnsan meydana Sarayı da görecek kısma güzel bir cafe-restaurant açar. Caddede boylu boyunca gezdik ama bir tane bile cafe-restaurant yoktu zaten pek mağazada yoktu öyle ruhsuz cansız bir cadde. Gördüğüm mağazalardan birine girip burada cafe-restaurant yok mu dedim yok cevabını alınca da tabiî ki şaşırdık. Champs Elysee gibi büyük ve geniş caddede ve meydanı olan kocaman caddede bir cafe olmaması büyük bir eksiklik. 

Yollar hep yapraklarla örtülmüştü:  


 

Daha sonra dümdüz yürüyerek Piuti Meydanına çıkıyorsunuz. Ben buraya Bükreş’in Times Square’i dedikçe ekibimiz gülüyordu. Buraya Kızılay veya Taksim Meydanı diyebiliriz. Kocaman bir kavşak var ve burada yer alan alışveriş merkezinin dışı gece reklamlarla aydınlanıyor.

Piata Romana- Alışveriş Merkezi:

Piuti Meydanında bir alışveriş merkezi bulunuyor. Alışveriş merkezine girip bir tur atalım dedik ama alışveriş merkezi hiç bizdekiler gibi modern bir yer değildi. Ankara-Ulus’taki Anafartalar Çarşısı kıvamında bir yerdi. Bizde hemen çıktık. Alışveriş merkezinde Koton, H&M gibi mağazaları bulabilirsiniz.

Alışveriş merkezinin arka tarafında artık acıktığımızdan dolayı atıştırmalık bir şeyler için “Fabrica de Mancare” cafesine gittik. Tabldot olarak ta istediğiniz yemekleri alabiliyordunuz, menüsü zengindi.

Daha sonra tekrar bir önceki gün gezdiğimiz ancak beylerin görmediği yerleri gezdirdik.  

Galea Victoria:

Bu cadde Bükreş’in en meşhur caddesi ama bu cadde de oturacak hiç mekân yok. Düşünün bizdeki Bağdat Caddesi gibi lüks bir caddede hiçbir cafe-restaurantın olmadığını. Meşhur markaların mağazası vardı ama hep bomboştu hatta Cumartesi günü olmasına rağmen cadde bomboştu. Arkadaşım da Romanya’nın ekonomik durumu çok kötü o yüzden buralarda hiç yatırım yok, kimsenin alışveriş yapacak durumu yok diyordu ama ben emin değilim. Romanya Avrupa Birliği’nin en fakir ülkelerinden birisi olarak biliniyor. Belki de bu yüzden insanlar tüketim yerine tasarruf eğiliminde olabilirler.

Ama hayatımda gördüğüm en güzel turizm acentası bu cadde üzerindeydi. Hepimiz bu konu üzerinde hemfikirdik. Mağazanın önünden afişlerin önünden yürüyünce afişler bir anda canlanıyor ve hareket ediyorlardı. Acentenin içindeki oturma grupları valiz şeklinde tasarlanmış, duvar kağıtları da dünya haritası şeklindeydi. Hareket eden afişler bazen Disney’in içinden fırlıyor bazen de meşhur başka bir yerin içinden çıkıyorlardı. 

Galea Victoria'nın ara sokaklarından birisinde biz:


 


Çeşmeci Parkı:

Akşam hava kararınca beylerle birlikte Çeşmeci Parkı’na gittik ve gece orası tam bir doğa harikasıydı. Sararan yapraklar yere dökülmüş, yapraklardan yer gözükmüyordu. Sararan yapraklar geceyle birleşince ortaya loş bir ortam çıkartmıştı.

Bizde büfede satılan sıcak çikolata-sıcak şaraplarımızı alıp arkadaşlarla birlikte sonbaharın son zamanlarının tadını çıkarttık.

Manuc Inn-Hanul Lui Manuc Restaurant: 

Bir önceki gün gezerken görüp beğendiğim han olan Manuc en Inn- Hanul Lui Manuc’a gittik. Burası zengin Ermeni tüccar Emanuel Marzaian için 1804-1808 yılları arasında yapılmıştır. Bu han 1812 yılında, Türk- Rus Savaşı’nın sona erdirilmesi görüşmelerine ve barış antlaşmasına ev sahipliği yapmıştır. Bir gün önce rezervasyon yaparken garson bana geleneksel kısımda mı, yoksa şık yerde mi yemek yemek istersiniz diye sormuştu. Bende geleneksel kısım olsun diye cevaplamıştım. Burası kesinlikle mükemmel bir restaurant. Restaurant kocaman bir handan oluşuyor ve her tarafı farklı olarak dekore edilmiş. Bizim geleneksel kısım hanın alt kısmından oluşuyordu. Hanın bodrum katına indik hiç pencere yoktu bir şarap mahzeninde oturuyorduk. Yemekler enfesti, salata, ana yemek, tatlı, kadeh şarap kişi başı yaklaşık 40 TL tuttu. Ortam, atmosfer kesinlikle süperdi. Burada da yemek yerken bir ara çalgı çengi ekibi geldi ve yaklaşık 10 dakika şarkı söylediler. Bu han oldukça büyük içerisinde restaurant, şarap mahzen, pastane, otel ve Starbucks bulunduruyor. 




Şayet Bükreş’te Füzyon mutfağını denemek istiyorsanız The Artist isimli restaurantı esgeçmeyin o da Lipscani bölgesinde ıssız bir sokakta yer alıyor. Eminim kime sorarsanız size gösterecektir. 

Manuc'un arka tarafında sizi Kont Drakula bekliyor:



Bir kahvaltı veya öğle yemeği içinse Van Gogh Cafe’yi tercih edebilirsiniz. 
5. GÜN:

Herastrau Park: 
Sıkı bir kahvaltı yaptıktan sonra valizlerimizi toparlayıp Herastrau Park’a gittik. Burası Bükreş’in kuzey tarafında yer alan devasa bir park. İçerisinde yürüyüş yolları, büyük bir göl, çocuk oyun alanları ve parklar barındırıyor.

Aynı zamanda Bükreş’in meşhur müzelerinden biri olan Roman yani Romen Köylüleri Açıkhava Müzesi de bu parkın içerisinde yer alıyor. Bu müze Romen köylülerinin kültürel yaşamına ait eserleri barındırmakla birlikte, Romanya köylülerinin kıyafetlerini de görmeniz mümkün. Bu müze benim ilgimi çekmediğinden, sırf gitmiş olmak için gitmek istemediğimden dolayı da gitmedik. Burasının Avrupa’nın en büyük Açıkhava müzesi olduğu biliniyor. Herastrau Park’ta gezerken zaten bu müzenin bir kısmımın da önünden geçmiş oluyorsunuz. 

Bizim gittiğimiz gün güneşli soğuk bir kış günüydü. Bir tarafta bisikletini sürenler, diğer tarafta sporunu yapıp koşanlar, bir tarafta yoga yapanlar, diğer tarafta banklarda dinlenen insanlar… Yurtdışına gittiğimde galiba en çok buna özeniyorum. Keşke bizde şehrin içinde böyle parklar olsa ve bizlerde de spor kültürü olsa…






Parkın bir köşesinde Japon bahçesine denk geldik, yine Japon bahçesine yakın başka bir tarafın da Michael Jackson anıtına denk geldik.




Michael Jackson’ın Bükreş’le ilgili bir anekdotu da varmış. Yeri gelmişken bunu da belirteyim. Michael Jackson konser için Bükreş’e gelmiş ve Çavuşesku Sarayı önünde halkı selamlamış ve selamlarken Hello Budapest demiş ve bu durum baya yankılara yol açmış. Ama bir takım insanlar ise Michael Jackson ‘ın Hello Bucharest dediğini ancak yanlış anlaşıldığını belirtmektedir.

Herastrau Park, Bükreş’in Central Park’ı olarak nitelendiriliyor. Buradaki en meşhur mekan Hard Rock Cafe. Her ne kadar bu tarz mekanları pek tercih etmesem de, yemeklerinin lezizliğini de yadsıyamam. Hard Rock Cafe göl kenarında yer almakla birlikte içerisi oldukça büyük.

Ben her zamanki gibi makarna tercih ettim, hamburger tercih edenlerde vardı. 






Artık dönüş saatimiz de yaklaşınca parkta yarım günümüzü geçirdikten sonra havalimanının yolunu tuttuk. Böylece bir güzel gezinin daha sonuna geldik…


NOT: Bükreş’i bir hafta sonu için mutlaka listenize eklemelisiniz. Cuma akşamı gidip Pazar akşamı dönebilirsiniz. Böylece ucuza Bükreş eğlencesinin, yemeklerinin, yeşilliğinin, parklarının tadını varacaksınız. İster istemez Komünizm rejiminin hüznünü ve yavaşlığını da hissedeceksiniz.   

Bükreş’e gelmişken bence o dönemi daha iyi anlayabilmek için Çavuşesku Sarayı’nı ziyaret edin, Lipscani bölgesinde yer alan cafe-restaurantlarda yemek yiyin, Caru Cu Cere ev Manuc’s Inn’de bir akşam yemeği yiyin, Atheneum’un yan tarafında yer alan French Revolution isimli ufacık dükkanda eklerin tadına varın ve Lipscani bölgesinde yer alan Emilia Cremeria’da pasta yemeden dönmeyin.

O zaman bir sonraki seyahatte görüşmek üzere :)