4 Aralık 2014 Perşembe

KISA BİR MOLA: DÜSSELDORF & ESSEN

3 sene boyunca Essen'de yaşadım. Dolayısıyla Almanya'nın bende her zaman önemli bir yeri vardır. Almanya'da yaşarken Almanya'da çoğu şehirleri ve Avrupa'nın diğer ülkelerini de görme fırsatım olmuştu. Şimdi ise bir fırsat yaratıp Almanya'ya senede 1 kere veya 2 senede 1 kere gitmeye çalışıyorum. Bence Almanya Avrupa'da en gelişmiş yer. Ben nedense Almanya'yı çok severim onların tertibi, düzeni, disiplini bence başka bir yerde yok.

Kasım ayının başında bir seminer vesilesiyle tekrar Almanya'ya gittim. Genelde yurtdışına uçarken gidiş ve dönüşleri farklı şehir olarak ayarlamaya çalışıyorum böylece daha fazla yer görmüş oluyorum. Bu sefer kısıtlı günüm olduğundan dolayı gidişi Düsseldorf dönüşü de Köln'den ayarladım. 

4 gün için gitmiş olduğumdan dolayı olmalı ki, Almanya bana sürpriz yaptı. Genellikle havası kapalı olan Almanya bana güneşli yüzünü  gösterdi. Eee madem Almanya'ya gittik eskiden yaşadığım yer olan Essen'e uğramadan dönmek olmazdı. Bu sefer bir değişiklik yaptım ve tam 20 senedir görmediğim ilkokul arkadaşımla buluştuk, yine 20 senedir görmediğim ama halen irtibat halinde olduğumuz komşumuzla buluştum ve Almanya'ya her gittiğimizde buluştuğum ilkokul arkadaşımın ailesiyle buluştum. 4 gün bile gerçekten çok iyi geldi. Cumartesi-Pazar gezme günlerim oldu, Pazartesi ve Salı günü ise seminere katıldım.

Düsseldorf Havalimanı'na inince havalimanında beni öncelikle kötü bir sürpriz karşıladı. Valizim yoktu, kayıp bürosuna ise çok sıra vardı zaten yarım günümü Düsseldorf'ta geçirecektim bu pek hoş olmamıştı ama neyse ki yaklaşık 2 saat sonra valizim buldu ve bende hemen valizimi kapar kapmaz başladım Düsseldorf sokaklarına akmaya. Düsseldorf Kuzey Ren Vestfalya yani Nordrhein Westfalen eyaletinin de başkenti.

Düsseldorf havalimanı dış hatlardan çıkar çıkmaz şehre gitmek için 2 alternatifiniz var. Ya Sky Train'e binip, Fernbahnhof'a gidip ordan şehirlerarası giden tren istasyonuna gitmek veya hemen Dış Hatlar katının altında yer alan S-Bahn'a binerek şehre gitmek. Eğer değişiklik olsun isterseniz Sky Train güzel bir alternatif olabilir. Ama dikkat trene binmeden önce bilet alıp onu makineye okutmanız lazım yoksa kontrole denk gelirseniz dakika 1 gol 1 ceza ödemek durumunda kalabilirsiniz. Sky Train üste bağlı raylara bağlı olarak giden camdan ve herhangi bir insan kullanmadan otomatik olarak giden bir tren.

Ben bu sefer S-Bahn'ı tercih ettim ve Düsseldorf Hauptbahnhof'ta indim. Tren istasyonuna iner inmez dolaplar göreceksiniz. Valizinizin büyüklüğüne göre Almanya'da tren istasyonlarında muhafaza dolapları bulunmakta. Valizinin dolapta ne kadar kalacağını işaretleyerek valizinizi dolaba kilitliyorsunuz ve parayı ödedikten sonra dolap size bir anahtar veriyor. Dönüşte de belirttiğiniz süreden daha fazla valiziniz orada kalmışsa belirtilen meblağı da ödedikten sonra dolabın kapısı açılıyor. Bu dolaplar yurtdışında benim adeta hayat kurtarıcım :)

Valizimi yerleştirdikten sonra bu sefer yürümekle vakit kaybetmek istemediğim için hemen U-Bahn'a atlayıp kendimi Königsallee'de buldum. Yürümek isterseniz 10 dakikalık bir yürüyüş sonrası kendinizi Königsallee'de bulabilirsiniz. Burası Almanya'nın moda merkezi olan caddesi yani kısaca Almanya'nın Champs Elysee'si olarak ta anılıyor. 



Kısaca KÖ olarakta anılıyor. Tüm ünlü & lüks markaları bu cadde de bulabilirsiniz. Cadde de bulunan KÖ Galerie'ye de girip gezmenizi tavsiye ederim. Yorulduğunuzda da güzel cafelerden birine konumlanıp kahvenizi yudumlayarak etraftakileri inceleyebilirsiniz. Yine burada oldukça lüks arabalara denk geleceğinizi de belirtmek isterim. Ne zaman Düsseldorf Königsallee'ye gelsem mutlaka Heinemann pastanesine de uğrarım buranın pastalarının hepsi birbirinden muhteşem Heinemann ve diğer pek çok yer şimdiden noel ve yeni yıl konseptine bürünmüştü. Ben bol sahneli bir erdbeertorte aldım kendime cidden çok güzeldi. Almanya'da hangi pastanede olursanız olun mutlaka sahneli isteyin krema enfes bir şey. Heinemann'a gitmek için Chanel'in yanında yer alan KÖ Galerie'den düz devam edin göreceksiniz.




















Caddenin orta tarafında ise nehir havası verilmiş bir göl bulunuyor. Tritononbrunnen ise Altstadt'a doğru giden köprünün üzerinde yer alıyor ve buraya gidip bu heykelle fotoğraf çektirmeyeni dövüyorlarmış :)


Königsallee turumu tamamladıktan sonra sıra gelsin Altstadt'a. Burası isminden de anlaşılacağı üzere şehrin eski tarafı. Burada yanyana çok sayıda pub bulunuyor. Burası aynı zamanda Almanya'nın en uzun pubı olarak adlandırılıyor . Burası şehrin eğlence hayatının olduğu yer. Düsseldorf'un kendine özgü birasını içip, pizzayı da midenize indirmeyi unutmayım. Altstadt'ın bir paraleli de Rhein Nehrinin kenarı oluyor. Burası Rheinuferpromenade olarak ta adlandırılıyor. Havanın güzel olmasını da fırsat bilen Almanlar açık havadaki mekanları doldurmuşlardı. Bende bir kaç tur attıktan sonra anca kendime ufak bir masa buldum. Mantarlı pizza oldukça başarılıydı ve şu anda kadar yediğim en leziz pizzalar arasında kendine yer etti. Orada yer alan dönme dolaba da binip Düsseldorf'a kuşbakışı bakabilirsiniz. Nehrin diğer yakasındaki parkta ise insanlar uçurtma uçuruyordu. Ren nehri beni her zaman etkilemiştir. Rathaus Platz'da da bazen etkinliklerin düzenlendiğini belirtmek isterim. 


















 


Düsseldorf'ta güzel bir Cumartesi geçirdikten sonra Königsallee'de yer alan U-Bahn'a binip tekrar Hauptbahnhof'a gittim. Valizimi de kaptıktan sonra Essen'e giden ilk trene atlayıp Essen'e gittim.

Essen'e her gittiğimde anılarım canlanır. Essen'de kendime bir gece ayırdığım için otelden yana tercihimi hemen Essen Tren Garının karşısında yer alan Mövenpick Handelshof Hotel'den yana kullandım. Bu oteli size göönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim. Hem fiyatı uygun, hem marka otel, hem tren garının tam karşısı , hem de alışveriş caddesinin tam başlangıcında yer alıyor. Hotel oldukça da büyük ve güvenilir.

Eşyalarımı yerleştirir yerleştirmez kendimi Kettwiger Strasse'de buldum. Yeni yıl heyecanı burda da kendisini hissettirmeye başlamıştı. Yeni yıl için şimdiden açılmış bir kaç stant vardı ve hazır Glühwein standını görmüşken Glühwein'ı esgeçmek olmazdı :)


Kettwiger Strasse üzerinde istediğiniz markaları bulabilirsiniz caddeyi düz devam edip sola döndünüzde (veya birisine sorarsanız mutlaka gösterirler) Grillo Theater'i göreceksiniz. Küçükken burada tiyatrolara giderdim. Biraz daha devam edip sola döndüğünüzde de karşısınızda Limbecker AVM çıkacak. Tabi ben bizdeki AVM'lerden bıktığım için oradan uzak durdum. Ama hava kötüyse neden olmasın :)



Kettwiger Strasse üzerinde yer alan Cafe Solo veya Toscani'de genelde dondurmamı yerim zaten Almanya'nın  pastaneleri ve Eis-Caffee 'leri meşhur.

Yine caddenin sağ tarafında şehrin kilisesini göreceksiniz. Kiliseye gelmeden sağdaki binanın birisinde bazen kalabalık göreceksiniz orada da genellikle binadaki  birisinde de bazen ufak heykeller çıkıp oynuyor.

Yine Kiliseyi geçtikten sonra biraz ilerleyip sağa döndüğünüzde başka bir AVM göreceksiniz. Burası tam kapalı bir AVM değil. Yine buradan Essen çok katlı Belediye Binası'nı görmeniz mümkün. Bu belediye binası diğer şehirlerdekinin aksine tarihi bir yapı olmayıp, modern bir gökdelen şeklinde dizayn edilmiş.


Daha çok yeni yıl zamanları kurulan dönme dolaba da binip şehre kuşbakışı göz atabilirsiniz. Ben bu cadde üzerinde küçüklükten beri niyeyse en çok Peek&Cloppenburg mağazasını beğenmişimdir. Caddenin sonuna kadar gittikten sonra kesiştiği caddenin karşısında da Cinemaxx'ı göreceksiniz.

Essen alışveriş caddesi turumu tamamladıktan sonra ilkokul arkadaşım Martin'in ailesiyle buluşmak için taksiye atlayıp eski oturduğum semte -onların evine gittim. Essen'e her gittiğimde Martin'in ailesini ziyaret etmeye çalışırım. Martin'in annesiyle ara ara mailleşir veya telefonlaşırız. Martin hem sınıf arkadaşım, hem de komşumuzdu. Bundan 3 sene önce onlardan bana bir mektup gelmişti. Zarfı açınca bir ölüm ilanı gördüm. Bende Martin'in babasının öldüğünü sanmıştım. Martin'in babası şu anda 90 yaşında, annesi ise 80 yaşında.Martin benimle aynı yaşta. Ölüm ilanında Martin'in resmini görünce şok olmuştum. Gencecik Martin elim bir trafik kazasında ölmüştü şu anda 90 yaşında olan babası ve 80 yaşında olan annesi yaşıyordu. İşte hayat... Hayatın bizlere ne getireceği hiç belli olmuyor. Martin'in elim bir kaza sonucu öldüğü için mezarı bile bulunmuyor :( Almanya'ya gitmeden önce Martin'in annesini aramıştım ve kendisini ziyarete geleceğimi belirtmiştim. Kendisi bana çok güzel bir çay saati masası hazırlamıştı.






Hazırladığı kremalı elma pasta ve kahve gerçekten de oldukça lezizdi. Martin öldükten sonra ailesiyle ilk buluşmamızdı. Sürekli Martin'i andık. Annesi ve babası sürekli bana sarılıyor ve gözleri doluyordu. Beni asıl şaşırtan ise benim ilkokul 4'te Martin'in doğumgününde ona aldığım hediyeyi annesinin halen saklıyor olmasıydı hatta bana bu oyuncağı al bebeklerine götür demesiydi. Ama ben hatıra olarak sizde kalmaya devam etsin dedim. Kendileri bebeklerim için başka hediyelerde bana verdiler. Oldukça duygu yüklü bir buluşmadan sonra vaktim kısıtlı olduğu için Martin'lerden ayrıldım ve otele geri döndüm.

Sosyal medyanın bir faydası da senelerdir görmediğimiz arkadaşlarımıza ulaşabiliyor olmamız. Facebook listemde ilkokul arkadaşım Claudia vardı ve onla mesajlaştık o da müsait olduğunu söyledi ve beni kaldığım yerden alıp Essen'in lüks caddesi olan Rüttenscheid'da yer alan Cafe Zucca'ya götürdü. Rüttenscheid daha çok Essen'in eğlence mekanı birbirinden şık lokantaların ve cafelerin yer aldığı sevimli bir cadde.

Kasım ayı olmasına rağmen hava Almanya için iyiydi, açık havada bir sobanın yanına kurulduk ve açık havada akşam yemeğimizi yedik. Claudia'yla da oldukça güzel vakit geçirdik ve ikimizin de ilkokula dair o kadar ayrıntıyı hatırlamamıza oldukça şaşırdık. Yani tam 20 sene sonra ilkokul arkadaşımla buluşmuş oldum bu ikimiz içinde oldukça hoş bir anıydı. Cafe Zucca Rüttenscheid'da yer alan popüler yerlerden birisi ve yemekleri de oldukça başarılı. Geç saatlere kadar oturduktan sonra Claudia beni otelime bıraktı.



Bende günün yorgunluğuyla hemen uykuya daldım. Ertesi sabah otelin lobisinde bir müvekkilimizle görüşmemiz vardı ve onla görüşme bittikten sonra otelden check out yaptım. Mövenpick Hotel bana jest yaparak internet ücretli olmasına rağmen, bundan herhangi bir bedel almadı, üstüne üstlük bir sürü Mövenpick çikolata hediye etti bir de ikiz bebeklerim olduğunu duyunca onlar içinde oyuncak hediye etti.

Almanya'da yaşarken bizim yaşlı bir komşumuz vardı kendisi şu anda 88 yaşında. Ben ona sen benim Alman Oma'msın yani Alman anneannemsin derdim ve sene 1995'ten beri kendisiyle bağlarımızı koparmadık. Kendisi beni ziyarete bir kere Yunanistan'ta, 3 kere de Türkiye'ye hatta düğünüme geldi kızıyla birlikte. Bende her Almanya'ya gittiğimde kendisini ziyaret ederim. Bundan 4 ay önce kızından bana bir e-mail geldi kendisinin sağlık durumunun pek iyi olmadığına ve hastanede olduğuna dair. Neyse ki kısa sürede kendisini toparlamış ama artık iyice yaşlandığından dolayı yaşlı bakım evine yerleştirmek durumunda kaldı çocukları. Çocukları bana Frau Zura'nın bu durumu kabullenemediğini ve evde tek başıma oturcam dediğini bana telefonda bana aktarmışlardı.

Müvekkille görüşmem bittikten sonra Frau Zura'nın oğlu Rainer'le buluştum. Frau Zura'nın kızıyla görüştüm pek çok kez ama Rainer'le bu buluşmamız nerdeyse 20 sene sonra tekrar gerçekleşti. Bu zaman zarfında Rainer'de tabiki evlenmiş ve çocuk sahibi olmuştu. Fotoğraflarını hep görüyordum ama eşiyle ve çocuğuyla tanışmak kısmet olmamıştı. Kısmet bu sefereymiş, Rainer beni arabasıyla aldıktan sonra öncelikle evine götürdü ve böylece sempatik ailesiyle tatlı kızı Greta'yla tanışmış oldum. 




Daha sonra Rainer'ın işyerine gittik ve ordan da istikamet Frau Zura'nın kalmakta olduğu yaşlı bakımeviydi. Huzurevi Essen'in Werden bölgesinde yer alıyordu. Huzurevine girince resmen şok geçirdim. Çünkü tabiki hiç Türkiye'deki huzurevlerine benzemiyordu. Huzurevi resmen yaşlılara huzur veren bir yer olarak tasarlanmıştı. Huzurevinin cafesinde ise yaşlılar sanki özel bir davete gidercesine süslenmişlerdi.

Burası huzurevinin bahçesinden ufak bir kesit:





Rainer, Frau Zura'yı tekerlekli sandalyeye koydu ve huzurevine yakın bir yerde kendimize restaurant aradık. Essen Werden merkezdeki evler resmen eski Almanya tarzındaydı yani evler tarihi eski evlerdeydi sanki bir anda masalın içinde yürüyor gibiydim. Bizde kendimize açık havada şık bir İtalyan restaurantında yer bulduk ve "Il Capriccio" isimli restaurantta yemeğimizi yedik. Ben soslu somon balığı tercih ettim ve yemek gerçekten de oldukça başarılıydı.




Frau Zura ve oğluyla burada baya vakit geçirdikten sonra tekrar ayrılma vakti gelmişti. Huzurevine gidip Frau Zura'yı odasına yerleştirdik. Bolca sarılıp, öpüştük. Kim bilir bir daha görüşebilecek miyiz....

Essen'e de kısıtlı bir süre geldiğimden dolayı Rainer'den beni yol üzerinde bulunan Baldeneysee'ye götürmesini rica ettim. Baldeneysee Essen'in sayfiye yeri. Küçükken haftasonları orada vakit geçirirdik etrafı yemyeşil ortasında da göl var. Burada tekne gezisi düzenleniyor, kürek çekiyorlar ve insanlar etrafında yürüyüş yapıyor, koşuyor ve bisiklete biniyor. Burası bir bakıma Como Gölü'ne de andırıyor. Buranın etrafında yine güzel manzaraya hakim restaurantlar bulunuyor.








Essen'de meşhur olan yerlerden birisi de Villa Hügel. Essen'e yolunuz düşerse mutlaka gidin. Burası Baldeneysee'nin karşısındaki tepede yer alıyor ve bu koca devasa alan endüstri devi olan Alfred Krupp ve ailesinin malikanesi olarak kullanılmıştır. Villa Hügel hakkında daha fazla bilgiye https://eksisozluk.com/villa-hugel--1433486 ulaşabilirsiniz. Burası gerçekten de muhteşem bir yer.

Ben daha önceleri ziyaret ettiğimden bu sefer Villa Hügel'e gitmedim ama siz Essen'e giderseniz gidilecek yerler arasına mutlaka ekleyin.

Rainer'le Baldeneysee turumuzu da tamamladıktan sonra beni tren garına bıraktı ve ben seminer için Trier'e yol aldım. Trier tren yolculuğu benim en sevdiğim tren  güzergahlarından birisidir. Mosel Nehri kenarına dizilmiş kaleler, şatolar gerçekten de enfes.

Seminerin birinci günü bir de ne göreyim daha önce başka seminerlerden tanıştığım Maltalı arkadaşım Carmen'de seminerde. Bir de Teresa diye Portekizli birisiyle tanıştık, 2 günlük seminer boyunca pek tabiki başka kişilerle de tanıştık ama daha çok Carmen, Teresa ve ben takıldık. Seminerin olduğu ilk akşam Trier gece turu yaptıktan sonra Brasserie'de yemek yedik, ertesi gün seminer sonrası ben akşama kadar Trier şehir merkezinde yağmur altında şemsiyemle birlikte gezdim :)



Uçağım gece 2'de Köln'den kalkıyordu. Trier'den önce Koblenz ordan Köln aktarmalı olarak Köln-Bonn Havalimanı'na gittim. Köln tren garında havalimanı treni için yarım saat aktarmam vardı ee peki bu arada ben boş durur muyum tabiki hayır gece 11 falandı hemen o arada valizimle hızlıca Kölner Dom'un önüne gittim ve fotoğraflar çektikten sonra hızlıca tren garına geri dönüp havalimanına doğru giden trene bindim.

Bu arada Kölnische Wasser'ın meşhur kolonya olduğunu da burada belirteyim.

 Trier hakkında daha önce yazı yazmıştım o yüzden Trier hakkında pek fazla ayrıntıya girmedim. Essen hakkında daha sonra tekrar yazı kaleme alıp, gezilecek yerler listesi çıkarabilirim :)




Şimdilik benden bu kadar :)





2 yorum:

  1. Şuan berlinden düseldorfa geciyorum. Bir günlük ziyaret gezi. Yazınızı gördüm cok akıcı ve içten olmuş ciddi yardımcı olacagını düşünüyorum.. Şimdiden teşekkür
    .

    YanıtlaSil
  2. Şuan berlinden düseldorfa geciyorum. Bir günlük ziyaret gezi. Yazınızı gördüm cok akıcı ve içten olmuş ciddi yardımcı olacagını düşünüyorum.. Şimdiden teşekkür
    .

    YanıtlaSil